–Sanat kariyerinize çok genç yaşta başladığınızı biliyoruz. Sizi sanata yönlendiren en büyük etken neydi?
Sanat kariyerime çok genç yaşta başlamış olmamın arkasında, beni sürekli destekleyen babamın büyük bir etkisi var. O, her zaman sanatın önemine ve benim bu alandaki yeteneklerime inanarak beni cesaretlendirdi. Küçük yaşlarımdan itibaren her yere resim yapmak istemem, içimdeki yaratıcılığı ortaya çıkarmak için duyduğum büyük bir arzuya dayanıyordu. Her gittiğim yerde bir iz bırakma isteğim, sadece geçici bir etki yaratmaktan çok, derin bir kalıcılık sağlamakla ilgiliydi. Bu istek, sanatım aracılığıyla insanlara dokunma ve onların hayatlarında bir anlam katma arzusu ile birleşti. Bu deneyim, zamanla benim hayat felsefeme dönüştü. Sanat, benim için sadece bir ifade biçimi değil, aynı zamanda dünyada var olma ve kalıcı bir miras bırakma yoluydu. Hayatım boyunca, yaratıcı süreçlerimle ve eserlerimle, başkalarına ilham vermek ve onlarla duygusal bir bağ kurmak istedim. Sanat aracılığıyla bu dünyada bir iz bırakmanın gücüne inanıyorum ve bu tutku beni her zaman ileriye taşıyor.
-Soyut resme geçişinizde sizi etkileyen sanatçılar veya sanat akımları oldu mu? Neden soyutlama sizin için önemli?
Soyut resme geçişimde, sanat dünyasının farklı akımlarından ve sanatçılarından ilham aldım. Klasik ve akademik bir eğitim alarak resim çizmeyi öğrendim. Bu süreç, benim sanatımın temellerini oluşturdu; ancak zamanla klasik resmin sonuna ulaşmış olduğunu hissettim. Klasik resim, belirli kurallar ve biçimlerle sınırlıydı, bu da benim yaratıcılığımı kısıtlıyordu. Bu nedenle modern resme yönelmek, yeni bir ifade biçimi arayışımda kaçınılmaz hale geldi. Bu noktada, Salvador Dalí, Gerhard Richter ve Claude Monet gibi sanatçılar, benim için ilham kaynakları oldu. Dali’nin sürrealist yaklaşımları, hayal gücümün sınırlarını zorladı; Richter’in soyut ve soyut dışı arasında gidip gelen eserleri, sanatta yeni olasılıkları keşfetmemde etkili oldu. Monet ise ışık ve renk oyunlarıyla, doğanın soyut ve duygusal yönünü keşfetmemde bana yol gösterdi. Soyutlama benim için çok önemli bir kavram, çünkü anlatmak istediğim felsefenin en özgür ve sınırsız haliydi. Soyut sanat, izleyicinin eserle olan etkileşimini daha da derinleştiriyor. Herkesin resimleri kendi deneyimleri, duyguları ve hayal gücüyle yorumlaması, sanatın özünü yüceltiyor. Bu anlamda soyutlama, izleyicinin duygularına hitap ederek, herkesin kendi özgün bakış açısıyla eserleri değerlendirmesine olanak tanıyor. Bu özgürlük, sanatın en değerli yanlarından biri; çünkü her birey, sanatla olan ilişkisini kendi kişisel yolculuğuyla şekillendirebiliyor.
-Eserlerinizde sıradan malzemeleri ve renkleri dönüştürerek farklı bir dil oluşturuyorsunuz. Bu dönüşüm sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Eserlerimde sıradan malzemeleri ve renkleri dönüştürerek farklı bir dil oluşturma süreci, benim sanat yolculuğumun en önemli parçalarından biri. Bir sanatçı olarak, kendimden bir dil ve felsefe oluşturarak bu alanda var olmanın gerekliliğine inanıyorum. Sanatın sadece icra edilmesiyle değil, aynı zamanda derin bir anlam ve kimlik geliştirilmesiyle de ilgili olduğunu düşünüyorum. Kendimi ifade edebilmek için yeni bir yola ihtiyaç duydum. Bu süreçte, eserlerimde kullandığım renkler ve bağlamlar, benim içsel dünyamı ve felsefemi dışa vurmanın anahtarları haline geldi. Renklerin ve malzemelerin dönüşüm süreci, benim için bir iletişim aracı oldu; böylece sanatımı görenlerle duygusal bir bağ kurabildim. Her bir eser, izleyiciye ulaşmak ve onlarla konuşmak için tasarlanmış bir dil olarak işlev görüyor. Resim manifestomu yazmama rağmen, sanatımda sürekli yeni şeylerin görülmesini seviyorum. Bu, benim için yaratım sürecinin dinamik bir parçası. Her eserdeki dönüşüm, soyut resmin sunduğu özgürlüğü ve yeniliği yansıtıyor. Soyut resim, yalnızca estetik bir ifade biçimi değil; aynı zamanda yeni bir felsefe, yeni bir düşünce biçimi. İzleyiciye sunduğum bu dönüşüm, onların kendi yorumlarını katabilmelerine olanak tanıyor ve bu da benim sanatımın en değerli yanlarından biri. Sıradan olanı dönüştürmek, izleyicinin algısını değiştirmek ve yeni bir deneyim sunmak, benim sanatımda sürekli olarak aradığım bir hedef. Bu süreçte, her bir renk ve malzeme, benim içsel dilimi şekillendiren önemli birer bileşen haline geliyor. Soyutlama, bu dönüşümün en güçlü ifadesi ve benim için bir sanat felsefesi olarak öne çıkıyor.
-Sanat terapisi çalışmalarınız oldukça dikkat çekici. Bu projelerde sanatın iyileştirici gücünü nasıl deneyimlediniz?
Sanat terapisi çalışmalarım, sanatın iyileştirici gücünü deneyimlemek açısından oldukça derin bir yolculuk oldu. Bu projelerde en önemli şey, ruhunu özgürleştirmek. Katılımcılar, klasik sanatın kalıplarına uymak zorunda olmadıklarını hissediyorlar; bu, onlara bir tür serbestlik ve yaratıcılık alanı sunuyor. Kendini sanatla ifade etme süreci, insanları gerçekten iyileştiriyor. Bu ifade biçimi, bireylerin duygularını, düşüncelerini ve deneyimlerini dışa vurabilmeleri için bir platform sağlıyor. Sanatın, katılımcıların içsel dünyalarına dokunma gücünü görmek çok etkileyici. Çalışmalarda, katılımcıların farklı stillerde ve yaklaşımlarda eserler ortaya koymaları da ilginç bir dinamik yaratıyor. Bazıları, yavaş ve zarifçe çizim yaparken, diğerleri yoğun ve karmaşık bir şekilde çalışıyor. Bu farklılıklar, her bireyin kendi duygusal durumunu ve deneyimlerini yansıttığı birer aynaya dönüşüyor. Sanat terapisi sürecinde, herkesin kendi ritminde çalışabilmesi, iyileşme sürecini hızlandırıyor. Bu çeşitlilik, sanatın yalnızca bir ifade aracı olmadığını, aynı zamanda bireylerin kendileriyle barışmasına ve içsel huzuru bulmasına yardımcı olan bir süreç olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, sanat terapisi, hem bireylerin hem de toplulukların ruhsal iyileşmesi için güçlü bir araç haline geliyor.
-İran ve Türkiye’de UNESCO projelerinde genç kızlar için sanat terapisi çalışmaları yürüttünüz. Bu projelerin sanata ve toplum üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran ve Türkiye’de yürüttüğüm UNESCO projelerinde genç kızlar için sanat terapisi çalışmaları, çocukların sanatla tanışmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu projeler, sanatın hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu anlamalarına yardımcı oluyor. UNESCO’nun düzenlediği yıllık yarışmalar, çocuklara hem öğretici hem de terapi gibi bir ortam sunarak yaratıcılıklarını keşfetmelerini sağlıyor. Bu yarışmalar aracılığıyla çocuklar, çeşitli konular üzerinde düşünme ve farklı ifade biçimlerini deneme fırsatı buluyorlar. Grup çalışmaları, sosyal becerilerini geliştirmelerine ve birlikte üretmenin değerini anlamalarına yardımcı oluyor. Sanat, onların duygularını ifade etmeleri için bir araç haline gelirken, aynı zamanda öz güvenlerini artırıyor. Bu süreçte onlara rehberlik ederek, sanatın nasıl bir iletişim biçimi olabileceğini ve kendilerini nasıl daha iyi ifade edebileceklerini göstermeye çalışıyorum. Sonuç olarak, bu projelerin bireyler ve topluluklar üzerinde olumlu etkileri var. Genç kızlar, sanat sayesinde kendilerini ifade etmenin yanı sıra, toplumsal farkındalıklarını artırarak, daha güçlü bireyler haline geliyorlar.
-Eserleriniz Singapur, Venedik ve Berlin gibi uluslararası sanat festivallerinde sergilendi. Küresel sanat sahnesine nasıl bir katkı sunmayı amaçlıyorsunuz?
Eserlerim Singapur, Venedik ve Berlin gibi uluslararası sanat festivallerinde sergilendiğinde, küresel sanat sahnesine katkı sunma amacım oldukça derin bir anlam taşıyor. Ortadoğu’dan gelen bir kadın olarak, İran ve Türkiye’de yaşarken kültürel geçmişimi ve yaşam tarzımı tanıtmak istiyorum. Bu, sadece kendi hikayemi değil, aynı zamanda Ortadoğulu kadınların modern sanat üretme yeteneklerini de sergilemek anlamına geliyor. Sanatım, en yeni teknikleri kullanarak, kadınların sanatsal gelişimlerini engeller olmaksızın tamamlayabileceklerini göstermek için bir araç. Bu, hem bireysel bir ifade biçimi hem de toplumsal bir mesaj taşıyor. Sanatım, geçirdiğim hayatın ve tarihimin bir yansıması olarak, izleyicilere hangi zamandan nasıl ve ne koşullarda geldiğimi anlatmak istiyorum. Uluslararası platformlarda yer almak, bu hikayenin evrensel bir ses bulmasına yardımcı oluyor. Her eserim, sadece kendi deneyimlerimi değil, aynı zamanda farklı kültürlerden gelen kadınların seslerini de duyurmayı amaçlıyor. Bu bağlamda, küresel sanat sahnesinde, kültürel çeşitliliği ve kadınların sanattaki yerini vurgulamak, benim için büyük bir sorumluluk ve heyecan kaynağı.
-“Artist in Quarantine” ödülü kazandınız ve pandemi döneminde sanat dünyasında var olmanın zorluklarını yaşadınız. Bu süreçte sanata bakış açınızda nasıl değişiklikler oldu?
“Artist in Quarantine” ödülünü kazanmam, pandemi döneminde sanat dünyasında var olmanın getirdiği zorlukları daha derin bir şekilde deneyimlememi sağladı. Bu süreçte sanata bakış açımda büyük bir değişim oldu. Öncelikle, sanatı her zaman bir kurtuluş ve ifade aracı olarak görüyordum, ancak pandemi, sanatın ruhun iyileştirici gücünü daha belirgin hale getirdi. COVID-19 dönemi, sanatın kapalı kapıların ardında bile her bir insan için dost ve ilaç olabileceğini gösterdi. Bu süreçte, kendimize kapandığımızda içimizde büyütüp olgunlaştırabileceğimiz duyguların var olduğunu anladık. Bazı insanlar bu duyguları yazmakla, bazıları ise çizmekle olgunlaştırdı. Sanat, bu dönemde yalnızca bir ifade aracı değil, aynı zamanda duygusal bir destek kaynağı haline geldi. Pandemi, sanatın bireylerin içsel yolculuklarında nasıl bir rol oynayabileceğini ve duygusal iyileşme sürecine katkıda bulunabileceğini gözler önüne serdi. Bu deneyim, sanatın yalnızca dışa vurum değil, aynı zamanda içsel bir keşif aracı olduğunu anlamama yardımcı oldu ve bu farkındalık, sanat pratiğimi daha da derinleştirdi.
-Savaş mağduru çocuklarla yaptığınız sanat terapisi çalışmaları büyük takdir topluyor. Bu çocuklar üzerinde sanatsal ifadeyi nasıl teşvik ediyorsunuz?
Savaş mağduru çocuklarla yaptığım sanat terapisi çalışmaları, bu çocukların yaşadığı zorlukları anlamak ve onlara sanatsal ifadeyi teşvik etmek açısından çok değerli. Savaş sonrası birçok çocuğun ne evi ne okulu vardı, ve birçoğu tamamlanmış bir aileye bile sahip değildi. Kayıpları, yalnızca maddi olanlarla sınırlı değildi; ruhsal olarak da büyük yaralar almışlardı. Bu süreçte, şiir okunan ve resim yapılan gruplar oluşturarak, bu çocukların sosyal etkinlikler yapmalarını sağladım. Onlara, dünyada hala güzel şeyler olduğunu öğretmeye çalıştım. Belki de renkli bir dünyaya bakabileceklerini gösterdim. Sanat, onların duygularını ifade etmeleri ve yaşadıkları acıları bir nebze olsun hafifletmeleri için bir araç haline geldi. Bu çocuklar bana sabır ve dayanıklılık gibi değerli dersler verdiler. Artık büyüdüler ve onlarla hala iletişim içindeyim; bu bağ, benim için çok kıymetli. Bence bir sanatçının sorumluluğu, sanatın bir kurtuluş ve iyileşme aracı olabileceğini göstermek. Sanat, bu çocuklar için sadece bir ifade biçimi değil, aynı zamanda umut ve yeniden doğuşun bir simgesi haline geldi.
-Sanat ve felsefe eğitiminizin eserlerinize nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz? Felsefi yaklaşımlarınız resimlerinize hangi yollarla etki ediyor?
Sanat ve felsefe eğitimimin eserlerime yansıması oldukça derin bir etki yaratıyor. Benim ülkem, felsefi açıdan gelişmiş en büyük düşünürlerin çıktığı bir yer. Bu nedenle, felsefi çalışmalarımı köklerime borçlu olduğumu düşünüyorum. Çocukluğumdan itibaren her olaya derinlemesine bakmayı öğrenmem, sanatımda ve yaşam felsefemde belirleyici oldu. Hayat felsefem ve sevgi, benim için en önemli kavramlar. Hayat ve sevgi, gerçek anlamlarıyla bugünkü dünyada gördüklerimizden çok daha derin bir yere sahip. Küçükken babamla yürüyüşlerimizde, ona “Gökyüzü nerede bitiyor?” diye sorduğumda aldığı cevap beni çok etkilemişti: “Gökyüzü, hiçbir zaman bitmez. Bu mavilik, hiçbir zaman bitmez, tıpkı sana sevgim gibi.” Bu, sevgi hakkındaki en felsefi yorumdu ve o andan itibaren mavi benim için sevginin rengi haline geldi. Bu derin anlam, eserlerimdeki renk seçimlerime ve temalarımı şekillendirmeme yansıdı. Mavi, sonsuzluk ve sevgiyi temsil ediyor; bu da sanatımda sürekli olarak işlediğim bir konu. Ayrıca, hayat felsefem, yaşamın sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığını, aynı zamanda onu dolu dolu yaşamak ve iz bırakmak gerektiğini vurguluyor. İz bırakmak, bir yere kazımak ve anlam katmak; bunların hepsi benim sanatsal ifademde önemli bir yer tutuyor. Khayyam ve İbn-i Sina gibi büyük düşünürlerin mirası, benim sanatımda ve felsefi yaklaşımlarımda güçlü bir ilham kaynağı. Bu derin felsefi anlayış, eserlerimdeki temaların ve anlatım tarzımın zenginleşmesine yol açtı. Sanatım, bu köklü felsefi düşüncelerle birleşerek, izleyiciye hem bir duygusal deneyim sunuyor hem de derin bir düşünsel yolculuğa davet ediyor.
-Sanatınızda ileriye dönük projeleriniz neler? Gelecekte bizi ne tür çalışmalar bekliyor?
Gelecekteki projelerimle ilgili heyecan verici planlarım var. %100 olarak söyleyebilirim ki, sanatımda metafizik ve sanatın karışımını daha da derinleştirmeyi düşünüyorum. Bu, izleyicilere daha karmaşık ve katmanlı deneyimler sunma hedefi taşıyor. Yeni işlerim, ikinci boyuttan üçüncü veya dördüncü boyuta geçecek; bu da sanatın fiziksel ve duygusal algısını zenginleştirecek. Installation çalışmalarımın sayısını artırmayı planlıyorum. Bu tür eserler, mekânla etkileşim içinde daha dinamik ve çok boyutlu deneyimler yaratma fırsatı sunacak. Şu anki önemli projelerim arasında ise Bach felsefesi ve onun müzikal notalarının rengi üzerine yoğunlaşmak var. Müzik ve sanat arasındaki derin ilişkiyi araştırarak, notaların renklerini ve duygusal etkilerini yansıtmayı amaçlıyorum. Bu projelerde, sanatın soyut unsurlarını ve müzikle olan etkileşimini keşfederek, izleyicilere farklı bir deneyim sunmayı hedefliyorum. Sonuç olarak, ilerideki çalışmalarım, hem görsel hem de duygusal derinliği artırarak, izleyicilerle daha güçlü bir bağ kurmayı amaçlayacak. Bu yolculukta, sanatın sınırlarını zorlayarak, yeni anlamlar ve deneyimler yaratmaya devam edeceğim.
İlk yorum yapan siz olun