Filmler çok çeşitli bütçeleriyle, kolektif yapım gerekliliğiyle oldukça komplikedirler. Popüler, düşük bütçeli, festival. ana akım vb. türlere ayrılmaktadırlar. Bilindiği üzere film endüstrisi bizi eğlendirmekten ya da yapay deneyimler kazandırmaktan çok daha fazlasını yapar, kolektif bilincimizi şekillendirmede aktif bir rol oynamaktadır. Tabii ki, bu geçmişte böyle değildi; yazılı basın bir zamanlar kamuoyunu etkilemenin başlıca yolu olarak hüküm sürüyordu. Ancak, hareketli görüntüler giderek daha fazla bilgiyi yaymak ve kitleyi yönlendirmek için birincil yöntem haline geldi. Toplumu herhangi bir yöne -genelde ise politik- etkin bir şekilde sürüklemek ve ortak hegemonyanın potansiyel yayılımını hızlandırmak için oldukça etkili bir yöntem olarak gündelik yaşamımıza hızlı bir şekilde girdi.
Yağ ve deterjan vb. ürünlerin basit broşür ya da gazete kupürleri bir zamanlar herkesçe bilinir, reklamların devamları gazetelerden, billboardlardan takip edilirdi. Fakat bunlar geride kaldı. Yine de görsel ve işitsel içerikler, basılı yayınların halkı komuta etmek için kullandığı otoritesini hiçbir zaman elde edemedi. Yazılı kaynaklar her zaman parmak ile gösterilen, doğruluğuna güven duyulan ve resmi olarak geçerliliği olan kaynaklar olmayı sürdürdü. Peki bunun sebebi görsel içeriklerin yaratıcılarının eğitimsiz, ciddiyetsiz yahut marjinal olarak görülmesi miydi? Sinema ile ilk ilgilenenler genelde sihirbazlar ve sanatçılardı. İktidar sahipleri bu alanda hakimiyetini kurmakta geç kaldığını düşündüğü için sinemanın ciddiyetsiz algılanmasını mı istemişti?
Sinema gerçekten yazılı basın kadar gerçeği yansıtamaz mıydı? Peki ya belgesellerde bir kitabın yerini tutamaz mı? Bütün bu soruların cevaplarını alabilmemiz büyük bir araştırmanın konusu olacaktır. Bu ilk yazımda ise öncelikli olarak sorgulamak ve çıkarımlarda bulunmak istedim. Milyarlarca izleyiciye ulaşma olanağına sahip çevrim içi görsel, işitsel içerikler bile halkın algısını tam olarak etkilemeyi güçlükle başarabildi. Bugün herhangi bir dünya çapındaki olayı provoke edebilen aygıt büyük ölçüde 140 karakterle sınırlıdır. Demek ki yazının gücü 140 karakterle bir atom bombası niteliğini zaten devam ettirmekte. Benim asıl değinmek istediğim görsel, işitsel ve yazınsalı bir araya getiren film çalışmalarının daha etkili ve eğitsel kullanımın dünyayı nasıl değiştirebileceğini görebilmek.
Film İzlemek
Birçok açıdan filmler yazılı çalışmaları, fikirleri yaymanın ve halkı eğitmenin temel aracı olarak gasp ediyor. Filmler sadece eğlendirmez, aynı zamanda eğitir de. Örneğin, insanlar ilk olarak, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümdarı olan Kral VI. George’a, bir tarih kitabı veya popüler roman aracılığıyla değil, hayatının tamamını bir kekemenin hikayesi olarak sunan The King Speech (Zoraki Kral) filmiyle ulaştı. Örneğin; Marco Polo izleyerek ünlü Venedikli gezginin gençlik yıllarını, 13. yüzyıl Çin’inde geçmekte olanları, bilmediğim bir coğrafyada siyasi hesaplaşmaları, Kubilay Han’ın imparatorluğu korumak için verdiği savaştanı gözlemleme fırsatı edindim. Yüzde yüz doğruluğundan bahsetmiyorum, etkileşmekten bahsediyorum. Haberdar oldum ve daha sonra eğer istersem okuma yapmak için kavramlara ulaştım. Bu sebeple söylüyorum ki toplumu eğitmek, bilginin verildiği araçlara bakılmaksızın her zaman topluma fayda sağlar.
Filmlerin etkinliği ve etkisi kısmen doğası gereği olabilir. İki boyutlu bir görsel değil, uyaran olarak, içeriği bir kitaptan çok daha hızlı görüntüler. Filmler, geniş bir kitleye ulaşmak ve onları bilgilendirmek için daha iyi vektörlerdir, bu tartışılmamalıdır çünkü film izlemek için okuma bilmeye dahi gerek yoktur. Dahası, filmin somut görüntülerinin gösterilmesinden çok sonra hatırlanması, okumak için gerekli olanlardan daha kolaydır. Bize gösterilen bir resim 1000 kelimeye bedeldir ve çoğu film saniyede en az 24 kare hızında oynatılır. Bu hızda, 120 dakika süren herhangi bir film, toplumu hızlı bir şekilde eğitmek için Pulitzer Ödüllü kitaplara bedel olacaktır.
Bir filmin, yalnızca daha fazla içerik gösterme yeteneği nedeniyle niteliksel olarak bir literatürden, yazınsal içerikten daha iyi olduğunu ima etmek istemiyorum. Daha ziyade, bu özellik, Filmlerin kitaplardan daha çok tercih edilme eğiliminin sebebini açıklamamıza yardımcı olmaktadır. Sinema filmi izlemek, kitap okumaktan çok daha pasif bir deneyimdir. Ancak iki saatlik bir filmi izlemek günler sürecek bir okumadan çok daha kolay tüketilebilir. Filmler karşılaştırılabilir yazılı eserlerden daha somut, görsel ve kompakttır ve bu nedenle hatırlanması daha kolaydır. Filmlerin kitaplara göre popülaritesini arttırmak, topluma sundukları potansiyel faydaları görmezden gelmektir.
İzlemek yanıltıcı mıdır?
Eleştirmenler, filmlerde yanlış bilgi potansiyelinin çok yüksek olduğuna dikkat çekiyor: Tüm tarihi filmler mutlaka doğru olmayabilir. Alınan yaratıcı özgürlükler, belgesel niteliğinden çok sapabilir. Siyasallaştırılmış belgeseller, gerçeklerin utanmazca yanlış temsil edilmesiyle karakterize edilebilir. Ancak tarih kitapları da hiçbir zaman tam olarak doğru olmamıştır. İlkokul ders kitapları beş duyu organımız olduğunu idda eder. Kesinlikle yanlış bir iddia. Aslında, Oysa; açlık, susanıklık, hareket, basınç, kaşıntı ve banyo ihtiyacı hissi gibi oldukça fazla duyumuz vardır.
Bilinçli ya da bilinçsiz yanlışlıklar bir yana, film endüstrisi eğlendirmenin ve hatta halka öğretmenin ötesine geçiyor; kamu bilincindeki tarihsel anlatıyı, kitapların artık yapmadığı şekilde yeniden şekillendiriyor. İnsanlar Titanik’i düşündüklerinde, Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’ın Atlantik açıklarında hayatta kalmak için savaştığını hatırlıyorlar. Bu tür filmler, tarihi popülerleştirme, halkı eğitme ve kolektif kültürümüzü yeniden şekillendirme potansiyelini göstermektedir.
Sinema yeni bir icat değil artık 120 yıllık bir sanat. Hollywood’un Amerikan kültürü ve bilinci üzerindeki etkisi ise aşikar. Bununla birlikte, endüstri etkisini ABD sınırlarının ötesine taşıyarak daha uluslararası bir kitleye ulaştı ve dünyaya bir Hollywood rüyası yaymayı başardı. Bugün dünyada Hollywood sineması ve diğerleri olarak çok net çizgilerle konuşulmakta ve elbette Avrupa Sanat Sineması yükseliğini sürdürmekte… Küreselleşmiş kültür çağında, bir gün hareketli görsellerin yazılı metinleri her yerde geride bırakarak, birincil eğitim aracı olarak geçerlilik kazandığını görebiliriz. Fakat bu yazımın diğer bölümünde sözünü edeceğim bir düşünce olacak.
[…] makale ile karşılaştım, keyif aldım. İzleme pratiklerimizle ilgili daha önce yazdığım İzlemek, Okumamak başlıklı yazımın da mevzu ile ilgili olduğunu […]