Bayramın da yaklaşmasıyla bizim de kültürümüzde önemli yeri olmasıyla birlikte bayramlarda daha da bir ön plana çıkan kahve; yine tüm dünyada artık kabul gören bir yiyecek ekosistemi yaratan ve yine bizim bayramlarımızda yerini sağlamlaştıran çikolata hakkında bir yazı kaleme alıp sizlerle paylaşmak istedim. Çoğumuz kahvenin ve çikolatanın tarihlerini ve serüvenlerini bilsek de yine de özellikle kahvenin bizim kültürümüzdeki yerinden bahsetmek isabetli olacaktır.
Kahve
Kahvenin tarihi hakkında çok fazla efsane dönmekle birlikte genel kanı kahvenin İsa’dan sonra 8-9. Yüzyıllara dayandığı yönündedir. Tüm serüvenimiz bir gün bir çobanın keçilerinin, bilinmeyen bir ağacın meyvelerini yemesinin ardından keçilerin fazla enerjikleşmesinin farkına varmasıyla başlamakta. Sonrasında ise bu çobanımız o ağacın meyvesini yemiş ve aldığı enerjiklik hissiyatı hoşuna gitmiş…
Serüvenimiz bitmiyor tabii. Sonrasında ise keşişler/din adamları deniyorlar bu kahveyi. Kahve çekirdeği yediyseniz bilirsiniz, insanın damağında acı bir tat bırakır. İşte bizim keşişler de bu tattan hoşlanmıyorlar ve ellerindeki kahvenin hepsini orada bulunan ateşe atıyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi kahve yandıkça güzel bir koku yayıyor, yayılan bu koku keşişlerin hoşuna gidiyor ve bundan bir içecek yapma yolunu deniyorlar.
Çikolata
Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın kalıntısı arkeolojik kazılar esnasında bulunan 2600 yıllık (M.S 6. YY) bir çömleğin içinde bulunuyor. Tabi çikolatanın serüveni bundan da eski. Çikolatanın tarihi için ise Amerika kıtasına, Orta Amerika’ya gitmemiz gerekiyor. Her şey yaklaşık 4000 yıl önce kakao çekirdeklerinden bir içecek üretilmesi ile başlıyor. 18. Yüzyıla kadar ise aslında çikolata dediğimiz şey bir içecekten ibaret. Kakao yağının bulunmasıyla bizim şimdi bildiğimiz katı çikolata üretimine başlanıyor. Aslında bu bir nevi çikolatanın aristokrasiden halka inmesine de sebep oluyor.
Gerek anavatanı olan Amerika topraklarında, gerek ünlendiği Avrupa topraklarında olsun çikolata ilk başlarda sadece aristokrasiye, soylulara, zenginlere hitap eden bir gıda olarak yerini tutuyor. Amerika’daki Aztek Krallarının soyluluk göstergesi ve libido yükseltmesine inanılarak içtiği çikolata, Avrupalı aristokratlarda ise bir ayrıcalık, soyluluk belirtisi ve zevk düşkünlüğünün bir yansıması olarak gün yüzüne çıkıyor.
Yazımda size asıl bahsetmek istediğim kısma da bu vesileyle geliyoruz:
Burjuvazinin Kahveye Sarılması ve Çikolatanın Ötekileştirilmesi
Tüm bu aristokrasi-burjuvazi savaşını biz Fransız İhtilali üzerinden yetersiz ama anlaşılır basitlikte inceleyebiliriz. Zevke, sefaya, üstünlüğe bürünen bir aristokrasi ve güçlenmek için çalışmak, disiplin kazanmak, çeşitli yollarla emek göstermek zorunda olan bir burjuvazi var elimizde. Aslında bu cümle vesilesiyle biz sonuca ulaşmış oluyoruz: Kahve burjuvaziyle, çikolata ise aristokrasiyle bütünleşiyor.
Orta çağın ardından burjuva sınıfının güçlenmesiyle aristokrasi doğal olarak bir zayıflama içine giriyor ve bununla birlikte dünya dengesinde de önemli değişmeler yaşanıyor. Konumuzla alakası ise burada aslında bir sektörel, kültürel farklılaşma ve değişimin de yer alması.
Tarihçi Emrah Safa Gürkan’dan aktarmak gerekirse “O dönemde Akdeniz’de Barok kültürü hakimdir. Barok renkli, abartılı, kavisli bir şeydir ve yaşamla, zevkle, tatla alakalıdır. Barok’un hakim olduğu Akdeniz’de çikolata yaygınlaşıyor. Çünkü çikolata vücutsal zevklerle, hazla alakalı bir şey.” Kahve disiplini, içe dönmeyi ve daha çok çalışmayı getirdiği için burjuvaziyle bütünleşirken; çikolata, şeker ve renkli kıyafetler o dönemde aristokrasiyle ve burjuvazinin de aristokrasiyi küçültme çabalarının sonucuyla birlikte çocuklarla bütünleşiyor.
Bayram gezmelerimizden illaki hatırlarız; çocuklar şeker yer, ebeveynler kahve içer. Kim bilir, bu da kültürümüze bir yansımasıdır…
Kahvenin Kültürümüzde Yeri
Bu noktada son olarak ise kahvenin kültürümüzdeki yerinden bahsetmek gerekebilir. Aslında “kahvaltı” sözcüğü bile buradaki önemi bize aktarmakta yeterli oluyor. Kahve altı anlamında gelen sözcük, kültürümüzde kahvenin kahvaltıdan sonra ayrılmaz bir parça olduğuna çağrı yapar nitelikte.
Özellikle Osmanlı’da kahvehane kültürü ise çok önemli. Halkın devlet meselelerini rahatlıkla tartışabildiği, çeşitli neşriyatları buradan edinip okuduğu, baskıdan uzak bir mahal özelliği göstermekte. Kahvenin Osmanlı’dan Avrupa’ya geçişinden sonra Avrupa’da yayılmaya başlayan kahvehane kültürünün Avrupa için de böyle bir etkisinden söz etmek mümkün.
Edebiyatçılarımızın uğrak noktası olan kahvehaneler, eski spor kulüplerinin kurulma noktası olan kahvehaneler, Osmanlı’nın son dönemlerinde protestoların ve isyanların başlangıç noktaları olan yine kahvehaneler… Yani anlayacağınız kahvenin kendisi de, kahvenin bir araç olarak kullanıldıkları yerler de hem toplumsal yaşantımızın, hem kültürümüzün ayrılmaz birer parçası olarak geçmişten geleceğe bir rol oynar vaziyette.
İlk yorum yapan siz olun