“Bu kitap hastalıktan kafamda bir tel bile saç yokken, oğlumla geçirerek harcayabileceğim yüzlerce saatin yazım sürecine adanmışlığıyla ortaya çıktı. Bu kitabı, anne ve babasıyla yaşadıklarının ya da yaşamadıklarının yasını tutan tüm kadınlara ve bana yolu gösteren oğlum Toros Zen’e ithaf ediyorum.”
Çarpıcı bir ithafla başlıyor Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer. Stanford Üniversitesi Şefkat Elçisi Didem Ergin, öz şefkatin dönüştürücü gücünü kalbe dokunan bir hikâyeyle anlatıyor. Unuttuğumuz yanlarımızı şifalandırmanın yolları açılıyor önümüzde. Yaşadıklarımı, yaşamadıklarımı ve yaşayamadıklarımı düşünüyorum. Yolculuk boyunca eşlik ettiğimiz Deniz, bizi bir bugününe bir geçmişine tanık ediyor. Çocukluğumuz, ilk gençliğimiz, her şey köşe başında bekliyor. Ailesinden yeterince sevgi görememiş olmanın kalp kırıklığını boynuna madalyon yapıp asan Deniz, affetmeyi de öfkesini aşmayı da öyle kolay öğrenmiyor. Her hayal kırıklığından adım adım geçiriyor bizi. Babaannesinin otoritesini, babasının ona itaatini ve ailesine uzak kalışını, sevgiyi göremeyişini, onun takdirini ancak eğitim hayatında göstereceği başarılarla kazanacağına inanışını, annesiyle her yaz bu otoriteden kaçışlarını, özgürlüğü ve mutluluğu yazlığa kaçışlarda tadışını, Çorum’un küçüklüğünden ve mutsuz ailesinin kalabalıklığından kaçmak için okumaktan başka çaresinin olmayışını, özgürlüğün kapısını ancak bu şekilde aralayışını, nihayet ODTÜ’ye attığı adımla kendine de o büyük adımı atışını, tüm mücadelesini bir bir izliyoruz. Her küçük adımda kendi geçtiği yolu da adımlıyor insan. Yazar işte bu noktada amacına da ulaşıyor. Çünkü her birimizin kalp kırıklıkları bir bir suyun yüzeyinde yerini alıyor. Artık burası yeni bir dünya. Artık kendimize bir adım daha yakınız.
“Peki ya ben neden güç toplayıp kalkamıyorum ayağa? Sürekli bu şehir kalabalığının içinde hayatta kalma çabasındayım. Neyin hayatta kalma çabası Deniz? İyi bir okuldan mezunsun, Amerika’da yaşıyorsun, seni seven bir kocan var, Türkiye’de çoğu insanın hevesle çalışmak isteyeceği bir iştesin. Senin derdin ne? Bir şükretmeyi öğrenemedin şu hayatta!” (Sayfa 10)
İnsan kendini sık sık bu noktada buluyor sanırım. Hayat denen karmaşa hep sorgularla geçiyor. Herkesin isteyeceği bir konumda olmak, bizim o konumdan memnun olma zorunluluğumuzun ilk koşulu oluveriyor. Peşi sıra da “şükretmeyi öğrenememek” geliyor işte. Oysa insan şu âna kadar yaşadığı her şeyin toplamı ve kendinden ne yapmak istediğine kendisi karar verebilmeli. Küçük bir kız/ erkek çocuğuyken “Daha uslu bir kız olsam belki de bunlar başımıza gelmezdi,” kıskaçları genç bir kadın/ erkek olduğumuzda da bizi sıkıştırmaya devam ediyor. Bize sevgisini göstermeyi hiç öğrenememiş babamızın uzaklığı ile hep koruyucusu olma görevini üstlendiğimizi çok sonra fark edeceğimiz annemizin saklı şefkati arasında bir yerde zaman akıp gidiyor. Sonra bir gün anne/ baba olduğumuzda ya da hayat bizi kırk yerden zorladığında asıl macera başlıyor. Yeni hayatımıza hoş geliveriyoruz. İlk aşk, ilk öpüş, ilk soluk, ilk heyecan, her biri suda dağılan dumanla geçmişin tozlu sayfalarına ıslak bir zemin sunuyor…
“Bir insanın zihni mutsuzsa, sevgisizse ona her yer cehennemdi.” (Sayfa 68)
Deniz, mutsuzluğun ortasında bir yerde, hiç beklemediği, istediğinin bile farkında olmadığı bir zamanda öğreniyor kızı Tara’ya hamile olduğunu. Sıradan olmaktan çok uzakta bir deneyimle doğuyor Tara. Yunusların, dolunayın, saf sevginin ve iyiliğin eşlik ettiği bir doğuş bu. Özgürlüğün ilk adımını üniversitenin kapısından atan Deniz, kalbinin aşkı Toprak ve Tara’yla tamamlanmışken mutluluğu da hissediyor. Ama hâlâ kendisini bulma yolculuğunu yaşadığının tam farkında değil. Bu buluşa uzanan ilk farkındalığın kanser haberiyle geldiğinin de…
“Ben şuna inanıyorum: Aileler arası aktarılan bu duygusal yükleri bir sonraki nesile aktarmamamız bizim sorumluluğumuzdur. Bize yapılanın aksine bizler çocuklarımızı koşulsuz sevmeye niyet edebiliriz; onlara olan sevgimizi sözlerimizle, şefkatli eylemlerimizle gösterebiliriz. Sonuçta dayanıklı yetişkinler, şefkatli ellerde büyümüş olanlar değil midir?” (Sayfa 234)
Affedememek ne büyük yük. Öfke ne büyük yük. Deniz nihayet bu yüklerinden arınmanın bir yolunu buluyor. Hayatın dengesi bu sanırım. Kocaman bir sorun yaşıyorsun ve “kocaman” gelen yüklerini yok edip “kendini bulmanın” bir yolunu buluyorsun. Deniz de kanserle savaşırken kalbini parçalayan her şeyle de savaşıyor. Kazanıyor da. İşte bu cümleler o kazanımın sonucu olarak doğan “Dönüşen Zihin” adını verdiği podcast’le geliyor. Dayanıklı yetişkinler olabilmek her zaman öyle kolay olmuyor. İnsan şefkati görse tanır ama ya göremezse?
KÜNYE:
Elbet Açacak İçimdeki Nilüfer
Didem Ergin
Nemesis Kitap
240 Sayfa
İnceleme: Damla Karakuş
Yorumlar kapatıldı.