Çok uzun ve renkli bir müzik yolculuğunuz var, nasıl başladı, neler yaşadınız?
Müzikle profesyonel anlamda tanışmam ilkokul yıllarında devam ettiğim TRT İstanbul Radyosu Çocuk Korosunda oldu. Lise yıllarında bir televizyon programında gördüğüm flamenko gitara hayran oldum ve Akdeniz Müziği tarzında besteler üretmeye başladım. Hürriyet Liselerarası Tiyatro yarışmasında gitarımla ilk sahne deneyimini yaşadım. Başta İspanyolca ve İtalyanca olmak üzere yabancı dillere merakım vardı. Ankara Üniversitesi’nde İtalyan Dili ve Edebiyatı okurken kaydımı dondurup Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. Burada o yılların dünya çapında en popüler müzik gruplarından olan Gipsy Kings ile yolum kesişti. Reyes ve Baliardo kardeşlerle yakın arkadaşlık kurdum. Her yaz çıktıkları Amerika turnesi kapsamında onlarla bir çok eyaleti dolaşıp müzik kültürlerini yakından öğrenme fırsatı buldum. Reyes ve Baliardo Ailesi’nin yeni nesil üyelerinden oluşan grupla çeşitli ülkelerde yüzden fazla konser organize ettim. Bunun haricinde Ricardo Marlow ile Azul y Blanco grubunu kurduk. İspanyolca ve İtalyanca şarkılar içeren dinamik repertuarımızla Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde onlarca festivale katıldık. Başkent Washington D.C’de özel partilerde sahne aldık.
Çok uzun bir süre de müziğe ara verip pandemi ile geri dönmüşsünüz. Bu noktada pandemi hayatınızı, işinizi ve müziğinizi nasıl etkiledi, nasıl karar verdiniz ne oldu da müziğe dönüş yaptınız biraz bahseder misiniz?
Konser organizasyonları devam ederken, 2010 yılında ülkemizde yurtdışı turizm furyası başladı. İnsanlar yeni ülkeler, yeni coğrafyalar keşfetmek istiyordu. İşim gereği dünyadaki bir çok ülkede bulunduğum için bunun tam bana göre bir iş alanı olduğunu gördüm ve ülkeme geri dönerek turizme soyundum. 2020 yılındaki pandemi sürecine kadar geçen 10 yılda yoğun bir tempoda çalıştım. Müziğe hiç vaktim olmadı. Pandemiden ilk etkilenen sektör haliyle turizm sektörü oldu. Rezervasyonların erkenden dolduğu, çok yoğun bir yurtdışı operasyona daha hazırlanırken kendimizi bir anda evlerimize hapsolmuş bir halde bulduk. Bu süreçte yıllardır uzak kaldığım gitarımı elime alarak İzole isimli şarkıyı besteledim. OnAir Müzik sayesinde şarkı piyasaya sürüldü. Ve bu vesileyle kendimi yeniden eski tutkum olan müziğin içinde buldum. Pandemi süreci uzadıkça, ben de yıllardır gün yüzüne çıkarmaya fırsat bulamadığım şarkılarımı hazırlamaya başladım.
Ara verdiğiniz dönem ve şu anki dönem arasında müzik, müzik piyasası, üreten-dinleyen, gibi gibi neler değişmiş iyi ya da kötü yönde?
İki dönem arasında büyük farklar var. Ben günümüzde 90’lar diye kategorize edilen dönemin müziği ile yoğruldum. O dönemde ülkemizde müzikal anlamda birçok şeyin ilki yaşanıyordu ve müzikal üretkenlik had safhadaydı. Bestelerde duygusal yoğunluk ve melodik ezgiler ön plandaydı. Şarkıları içimize sindirene kadar sayısız kereler dinlerdik. Daha sonra üretim durdu ve cover dönemi başladı. Hala daha tüm hızıyla devam eden cover furyasını ben müzikal kısırlık olarak görüyorum. Sanatçı üretmediği zaman sanatçı olmaktan çıkar. Tabi bunun sebepleri var. Şarkılar eski yıllarda olduğu gibi gerçek değerini bulamıyor. Dinleyici müziği çok çabuk tüketiyor. Bir şarkı ilk 15 saniyesiyle yargılanıyor. Bu da sanatçıdaki üretme motivasyonunu azaltıyor. Sanatçı kendini duygu yoğunluğuna sokamıyor. Hazıra konma eğilimi gösteriyor. Ayrıca müzik türlerinin doyum noktasına ulaşmış olması da bu tekrara neden oluyor. Bence bir sanatçının ruhu analogdur ama müziği dijitalleştikçe ister istemez o’nun ruhu da dijitalleşiyor. Bu da beraberinde bilgisayara bağımlı müzikal üretimi getiriyor. Sonuçta bu bir zevk meselesi. O yüzden iyi veya kötü olarak değerlendirmek pek doğru olmaz kanaatindeyim.
Keşke müziğe hiç ara vermeseydim dediğiniz oldu mu?
Aksine iyi ki de müziğe ara vermişim. Bu geçen süre zarfında ruhuma uygun olan ve eskiden beri yapmak istediğim bir işi yaptım. Dünyada görmek istediğim birçok ülke, bir iş projesi olarak karşıma çıktı. Hem maddi hem manevi kazanımlarım oldu. Olgunluk dönemine böylesi bir ortamda girmiş olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Tabi müzik bir yaşam tarzı ve bu yaşam tarzına ayak uydurmak 30’lu yaşlarımdaki gibi kolay olmayacaktır belki. Ama müziğime yaşanmışlıklarımı, birikimlerimi ve olgunluğumu katabilirsem bu açığı fazlasıyla telafi edeceğimi düşünüyorum.
Bir de ülkemizdeki müzik piyasası çok yıpratıcı. Ben bu yıpranmışlığa daha az maruz kalmış birisi olarak piyasaya giriş yapmış oldum.
Müziği başka bir meslek icra ederken de yapan çok müzisyen var; bazıları zorunluluktan, bazıları diğer mesleğini de sevdiği için birlikte yürütüyor. Müzik işi meslek ve hobi olarak da görülebiliyor hatta. Bu konuda yorumlarınız var mı? Hem müziği hem başka alanlarda çalışan birisi olarak nedir yorumunuz?
Gerçek müzisyen için müzik, damarlarda akan kan, hücreleri besleyen oksijen gibidir. Onsuz nefesin daralır. Büyük bir parçan eksilir. Müzikte adanmışlık vardır. Büyük özveri ve disiplin gerektirir. Yorucudur. Denkleme ruhunu katarsın. Zor meslektir. Bu nedenle başka bir mesleği yaparken gerçek müzisyen olunacağına şahsen inanmıyorum. En azından ben olamazdım. Zevk için yaparsın, hobi olarak yaparsın ama gerçek müzisyenim demek çok iddialı olur.
Son çalışmanız Yürek hakkında biraz bilgi alalım, kimlerle çalıştınız, şarkının hikayesi nedir?
Yürek şarkısı kendimle bir yüzleşme. Geçmişimin bir muhakemesi. Atlattığım zorlu süreçleri iyimser ve hayata bağlı bir insan olmama bağlıyorum şarkıda. İçimde kopan fırtınaları kendi bünyemde zapt ediyor, dışarıya yansıtmıyorum. İnsan sevgisi ve iyimserliğin önemine vurgu yapıyorum.
Şarkının düzenlemesini sevgili Serkan Ölçer yaptı. Şarkıya modern bir flamenko havası vermeyi hedefledik. Klibi ise sevgili Ufuk Kıray ile birlikte Bolu Pürenli yaylasında çektik. Emeği geçen tüm ekip arkadaşlarıma buradan bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum
İlk yorum yapan siz olun