Değişimden bahsedildiğinde içten içe herkes bu kavrama çekinerek yaklaşır. Hatta değişimi sevdiğini savunanlar bile… Oysaki biz farkında olmasak da her gün değişir hayat. Sürekli aynı şeyleri yapsak da, değişimden kaçınsak da etrafımızda değişen dünya, biz farkına bile varmadan değişimin içine alır ve yeni bir biz yaratır. Durup geriye doğru baktığımızda ise ne kadar çok değiştiğimizi ancak o zaman fark ederiz. Bu değişimin iyi ya da kötü olduğunu da yine zamanla anlayabiliriz. Ve değişen yalnızca bizler olmayız; evimiz, şehrimiz, ülkemiz, kültürümüz ve dünyamız da değişir.
Ketebe Yayınları’ndan yayımlanan, Etsu Inagaki Sugimoto’nun Samurayın Kızı kitabı da bizlere bir insanın, toplumunun ve kültürünün zaman içinde nasıl değiştiğini gözlemleme imkânı sunuyor.
Roman, Japonya’da feodal dönemi sonunda bir samuray kızı olarak dünyaya gelen Sugimoto’nun, Japonya’nın Meiji Restorasyonu sonrası hızla değişen sosyal yapısını ve değerler sistemini ele alıyor. Sugimoto, ailesiyle birlikte geleneksel değerlerle kültürüne bağlı bir çocuk olarak büyüyor. Samuray ailesine mensup olmanın getirdiği onur, sorumluluk bilinci, eğitim ve aile içi disiplin gibi tutum ve davranışlar, onun kimliğinin temel taşlarını oluşturuyor. Ancak Batılı eğitim almaya başlaması ve Amerika’ya gitmesi, bu temel taşların sarsılmasına neden oluyor. Sugimoto’nun Batı kültürüyle tanışması, onun dünya görüşünü ve kimliğini yeniden şekillendiriyor. Bu süreç, onun içsel çatışmalarını, kişisel değişim ve dönüşümünü etkileyici bir şekilde yansıtıyor.
Samurayın Kızı, yalnızca bir bireyin hayat hikâyesi değil, aynı zamanda bir toplumun değişim ve dönüşüm hikâyesi. Sugimoto’nun kişisel deneyimleri ve gözlemleri, bizleri Japonya’nın modernleşme sürecini ve bu sürecin bireyler üzerindeki etkileri konusunda düşündürtüyor.
Sugimoto’nun Amerika’ya gidişi için hem bireysel bir serüven hem de Japon toplumunun ve toplumdaki kadın kimliğinin geçirdiği dönüşümün bir simgesi olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel bir samuray ailesinin kızı olarak yetişen Etsu, Batı dünyasının özgürlükçü ve bireyci yapısıyla karşılaştığında, kültürel bir şoka uğruyor. Bu karşılaşma, onun kimlik arayışını ve kişisel gelişimini derinleştiriyor.
Kültürel değişim ve dönüşümler her toplum için rahatsız edici bir durum olsa da çoğu zaman çoğu toplumda, özellikle de kadınlar için, olumlu durumlar açığa çıkarabiliyor. Japon kültüründe, geleneksel olarak ev işleri ve çocuk yetiştirme konusunda kadınlar yükümlüdür. Bu yükümlülükler, kadının toplumsal konumunu ve kimliğini şekillendirir. Sugimoto’nun annesini, bu geleneksel kimliğin tipik bir temsilcisi olarak görüyoruz. O, evin idaresinden sorumlu olup, aile içindeki uyumu sağlıyor ve kültürel mirası çocuklarına aktarıyor. Bu, o dönemin kadınları için toplum tarafından kabul gören alışılmış bir durumken, Japonya’nın Batılılaşma süreciyle birlikte, kadınların toplumsal konumunda değişim rüzgarları da esiyor.
Ancak, Sugimoto’nun hayatındaki değişim ve dönüşüm, Batılı bir eğitim alması ve Amerika’ya gitmesi, bu geleneksel kalıpların dışına çıkma cesaretini göstermesiyle başlıyor. Amerika’daki deneyimleri, onun dünya görüşünü ve kadınların toplumdaki yerini yeniden tanımlamasına olanak sağlıyor. Batı dünyasında kadınların daha bağımsız ve eğitimli olmaları, Sugimoto’ya farklı bir perspektif kazandırır. Bu, onun kendi kimliğini ve kadınlık deneyimini yeniden değerlendirmesine yol açıyor. Sugimoto, geleneksel Japon kadınından daha farklı bir rol benimsemeye başlayıp, eğitimin ve kişisel gelişimin kadınlar için ne kadar önemli olduğunu kavrıyor.
Kadınların eğitimi, kitabın merkezinde yer alan önemli bir tema olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların, eğitim sayesinde toplumsal sınırların ötesine geçmesinin ve dünyayı keşfetmesinin ne denli önemli olduğunu görüyor ve biliyoruz. Sugimoto’nun yaşam öyküsü de, eğitimli bir kadının toplumsal yapıya nasıl katkıda bulunabileceğinin güzel bir örneği.
Sugimoto, modernleşme sürecinin sadece yenilik ve ilerleme değil, aynı zamanda kayıplar ve çatışmalar getirdiğini de anlatıyor. Sugimoto’nun Amerika’da karşılaştığı yeni yaşam tarzı, ona özgürlüğün ve bireysel ifadenin kapılarını açsa da bu yeni dünyanın beraberinde getirdiği yalnızlık ve yabancılaşma duygusu da belirgin şekilde hissediliyor. Modernleşmenin bu çift yönlü etkisi, akıllara şu soruyu getiriyor: İlerleme, değişim ve dönüşüm uğruna neleri feda ediyoruz?
““Gençler her daim ilerleyişin emirlerine hevesle kulak verirler, lakin yaşlılar yalnızca geçmişe, hüzünlü anılarla umutsuz hayallere bakarlar.”” Modernleşme süreciyle birlikte yaşanan değişim ve dönüşüm, genç ve yaşlılar arasında da çatışmalara ve ilişkilerin zedelenmesine sebep olduğunu görüyoruz. Bu durumun hem birey hem aile ilişkilerini ciddi şekilde etkilediğini ve bu etkinin de doğal olarak toplumu da doğrudan etkilediğini söylemek mümkün.
Samurayın Kızı, otobiyografik bir romandan çok daha fazlası. Etsu Inagaki Sugimoto, kendi yaşam öyküsü üzerinden Japonya’nın modernleşme sürecini ve bu sürecin bireyler üzerindeki etkilerini derin bir şekilde romanında yer veriyor. Roman, modernleşmenin sadece teknik ve ekonomik gelişmelerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda kültürel ve psikolojik boyutlarıyla da ele alınması gerektiğini vurguluyor. Etsu’nun hikâyesi, geleneksel ile modern arasında sıkışıp kalmış bir toplumun, özellikle de kadınların aynası. Modernleşme sürecini ve etkilerini anlamak ya da incelemek isteyenler için Samurayın Kızı harika bir kitap.
Yazan: Sedanur Yoldaş
İlk yorum yapan siz olun