İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kasımın Getirdiği ve Götürdüğü İki Dost: Orhan Veli – Sait Faik

Kasım ayı edebiyat ajandası bakımından dikkat çekici iki ismi içeriyor. Biri Türk öykücülüğünde, dili akarsu gibi olan büyük yazar Sait Faik’tir ve 18 (?) Kasım 1906’da dünyaya gelir. Diğeri Türk şiirinde ‘’Garip’’ diye bildiğimiz akımın öncüsü, şiire ‘’küçük insan’’ı sokan Orhan Veli’dir ve şair 14 Kasım 1950’de, gözü kapalı dinlediği İstanbul’da aramızdan ayrılır. Edebiyatımızın her iki sahası da, bu iki ismin verdiği nitelikli eserlere çok şey borçludur. Dahası; birbirlerinin çağdaşı olan bu iki yazarımızın arası da yaşadıkları süre boyunca oldukça iyidir. Aralarındaki samimi mektuplaşmalar, dostane sitemler, takılmalar bize bu yakınlığı gösterir. Birbirlerine ‘’Aziz dostum, sevgili kardeşim’’ diye hitap eden ikili dünyanın kederini kendilerine has bir şekilde yaşarlarken çokça aynı masalarda da oturmuşlardır.

Orhan Veli, Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde Sabahattin Ali ile.

Sait Faik Bey, Orhan Veli’nin üçüncü ölüm yıl dönümünde, 15 Kasım 1953’te bir dergide şunları aktarır: ‘’… O, kavgaların ve kıskançlıkların ötesindedir. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.” Yazdığı ‘’Çelme’’ öyküsü nedeniyle 1940’ta başı derde giren Sait Faik’e ise Orhan Veli Bey 29 Şubat 1941’de şunları yazar: ‘’… Çelme hikayesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikaye azizim.’’ Velhasıl, edebiyatımızın nevi şahsına münhasır bu iki ismi Türk şiiri ve öyküsü denilince akla ilk gelen isimlerdir. Şiir ve öykümüzden bahis açılınca da bu ikiliyi okumamış olmak giderilmesi lazım bir eksikliktir.

Sait Faik, Burgazada’da Nâzım Hikmet ile.

Hürriyete Doğru (Orhan Veli)

Gün doğmadan

Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.

Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,

İçinde bir iş görmenin saadeti,

Gideceksin;

Gideceksin ırıpların çalkantısında.

Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;

Sevineceksin

Ağları silkeledikçe

Deniz gelecek eline pul pul;

Ruhları sustuğu vakit martıların,

Kayalıklardaki mezarlarında,

Birden,

Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.

Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;

Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?

Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?

Heeeey!

Ne duruyorsun be, at kendini denize;

Geride bekleyenin varmış, aldırma;

Görmüyor musun, her yanda hürriyet;

Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;

Git gidebildiğin yere.

Geçtiğimiz sene, yine kasım ayında kaybettiğimiz usta yazar, gazeteci Refik Durbaş’ın anlatımıyla ikilinin yüz güldüren bir anısı ve Sait Faik’ten alıntıyla bu bahsi kapayalım. İkisi, yok üçü de ışıklar içinde uyusun…

Refik Durbaş: Orhan Veli ile Sait Faik’in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus kahvesinde oturup her gün birer Cumhuriyet gazetesi alarak bulmacalarını çözerler. Bulmacayı kim önce bitirirse ötekine rakı ısmarlayacaktır. Fakat Orhan Veli her gün Sait Faik’i yenmektedir. Sonunda Sait Faik isyan bayrağını çeker, “Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun?” der demez Orhan Veli sakin bir biçimde yanıtlar: “Çünkü Cumhuriyet’in bulmacalarını ben hazırlıyorum.”

Lüzumsuz Adam (Sait Faik)

Yedi senedir bu sokaktan gayri, İstanbul şehrinde bir yere gitmedim. Ürküyorum. Sanki döveceklermiş linç edeceklermiş, paramı çalacaklarmış -ne bileyim bir şeyler işte- gibime geliyor da şaşırıyorum. Başka yerlerde bana bir gariplik basıyor. Her insandan korkuyorum. Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor.

2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir