İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Piano Turca: Müzik sonsuzluğa hikâyeler anlatmaktır

Piano Turca ile Bir Ankara Manzarası albümü ve sanat üzerine eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Yolculuğuna sosyal medya ile başlayan Piano Turca; Hollanda, İngiltere, Romanya, Meksika ve Pakistan’dan paydaşları ile müthiş bir esere imza attı: Bir Ankara Manzarası! Yarattığı ya da uyarladığı her nota ile şimdiki zamanı geleceğe aktaran Piano Turca’yı yakından tanıma şansı yakaladık. Mutlu okumalar.

Müzikle kalın!

Röportaj: Gülçin Aras

MÜZİK SONSUZLUĞA HİKÂYELER ANLATMAKTIR

-Bize kendinizden ve Piano Turca’dan bahseder misiniz?

Basitçe özetlemek gerekirse ofiste bilgisayar mühendisi, evde eş ve baba, piyano başında ise bir müzisyenim. İçinde bulunduğum anı duygularıyla yaşamayı seven, bir sonraki adımı daha iyi atmayı amaçlayan bir mizaca sahibim. Piano Turca ise sosyal medya ile yolculuğuna başlayan, aynı bakış açısıyla çaldığından keyif almayı amaç edinen bir müzik hikâyesi. Bilinen şarkıları piyano ile yeniden derleyerek başladı, beste ve film müzikleriyle büyüyerek bugünlere geldi.

-Bir mühendis olarak müziğe nasıl başladınız? Müzik aşkı nerede alevlendi?

Müziğe 8 yaşında org ile başladım. O dönemde dinlediğim şarkıları kulaktan çalmak beni mutlu ediyordu ve bulunduğum şehir zaten ötesine pek imkân vermiyordu. Fakat yine de müzik aşkı bende o ufak org ile başladı denilebilir. 12 yaşında ise hem Ankara hem de piyano ile tanıştım. Uzun bir süre müzik benim için eğitim hayatımdan kalan zamanda hobi olarak devam etti. Mühendislik kariyerimde gözle görülür bir noktaya geldiğimde ise uzun yıllar geri planda kalmış müzik, kendine nihayet alan bulabildi.

-Ankara sizin için ne ifade ediyor?

Ankara her şeyden önce Cumhuriyetimizin başkenti. Bunun ardında ise Roma ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluğun kendine has tarihi mirasını kültüründe barındırıyor. Aynı zamanda, İpek yolu güzergâhında önemli bir üretim merkezi.

Bir Ankaralı olarak çoğumuz farkında olmasak dahi şehrin sokaklarında bu geçmişin izlerinin yaşadığını düşünüyorum. Ankara’nın çağdaş, kendi köşesinde işini iyi yapma hevesinde olan ve huzurlu insanlarını da buna dâhil ettiğinizde Ankara gri şehir klişesinden çok farklı bir anlam ifade ediyor benim için.

-Müzik sizce nedir?

Bana göre müzik, sonsuzluğa hikâyeler anlatmaktır. Kendini, yaşadıklarını, çevresini ve kültürünü geleceğe fısıldamaktır. Gün içerisinde odaklanarak veya arka planda bu müzikleri dinlerken, aslında o hikâyeler bizlere eşlik ediyor, mutlu ediyor, hüzünlendiriyor. İşte tam da bu yüzden müzik hayatımıza her an eşlik ediyor. Bu paralelde müzik bana göre hayatımıza eşlik eden en güzel şey.

-Şarkı bestelerken sizi motive eden şeyler neler?

Beste yaparken hikâyelerden ilham almayı değerli buluyorum. Bir hikâyeden yola çıkan şarkıların ruha daha dokunan eserler olduğunu düşünüyorum. Beste yapmak benim için bu sebeple bir hikayenin kahramanına dönüşmek, onunla empati kurmak ve onu yeniden anlatmak yolculuğu.

-Birçok şarkıyı yeniden yorumluyorsunuz. Şarkı seçimlerinizde size yol gösteren şey nedir?

Şarkıları piyano ile yeniden yorumlamaktan ayrıca keyif alıyorum ve bir şarkı orijinali itibarıyla ne kadar piyanodan uzaksa benim için o kadar cazip hale geliyor. Şarkının ruhuna sadık kalarak ona yenilik katabileceğim eserleri çalmayı özellikle seviyorum.

BİR KEZ BAŞARMAK İÇİN DEFALARCA BAŞARISIZ OLMAK GEREKTİĞİNİ UNUTMAMAK GEREKİR

-Evrensel bir işle uğraşıyorsunuz. Farklı ülkelerden müzisyenlerle Ankara’ya ve ülkemize dair başarılı işler gerçekleştirdiniz. Deneyimlerinizi aktarabilir misiniz?

Son albümüm olan “Bir Ankara Manzarası” için Hollanda, İngiltere, Romanya, Meksika ve Pakistan’dan paydaşlarımız oldu. Onlara tablonun ve Ankara’nın hikayesini anlattığımızda ruhen benimseyerek ve kendilerini katarak sürece dâhil oldular. İlk bakışta Ankara’yı ve Türk kültürünü bilmeyen paydaşlarla böyle bir albümde çalışmak riskli görülebilir. Ve hatta gerçekten de risklidir. Fakat farklı kültürlerin hatta zaman zaman bu kültüre hiç aşina olmayanların katkısı, ortaya çıkan eserlere evrensel bir bakış katıyor.

-Müzik yapacağınız insanları neye göre seçiyor ya da belirliyorsunuz?

Kendi alanında ustalık seviyesine gelmiş isimler, tecrübeleri doğrultusunda kalıplaşmış yöntem ve doğrulara sahip olabiliyorlar. Ben ise Piano Turca olarak sosyal medya ile çıkış yakalamış ve hem sanat hem de bu sanatı üretim yöntemleri açısından yeni yolları denemeyi seven bir karaktere sahibim. Bu sebeple yenilikleri denemeyi seven, kendini ispat etmiş fakat kalıplaşmış yöntemleri olmayan isimlerle çalışmayı tercih ediyorum. İyi sanat bana göre her paydaşın kendisinden katkı sunabildiği ve her detayın istisnasız tartışılabildiği bir ortamda ortaya çıkabilir. Bu yüzden kalıplaşmış doğrulardan uzak durmaya özen gösteriyorum. Diğer yandan zaman yönetimi de önemli esaslarımdan bir tanesi. Son albümüm bir buçuk yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıktı ve her aşaması kendi içerisinde çok değerliydi. Bu süreçlerden herhangi birinde yaşanacak gecikme bence herkesin motivasyonunu olumsuz etkiliyor. Bu yüzden beraber çalıştığım sanatçılardan zamana riayet etmelerini de bekliyorum. Açıkçası tüm bu kriterleri sağlayacak ve aynı zamanda sizin müzik tarzınıza da uyacak bir paydaş bulmak oldukça zorlayıcı bir süreç. Bunun için her albüm veya çalışma öncesinde ciddi bir zamanı bu sürece ayırmaya önem veriyorum.

-Yurt dışındaki sanatsal çalışmalarla ülkemizdeki sanatsal çalışmaları karşılaştırdığınızda ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar gözlemliyorsunuz?

Bana kalırsa iyi bir sanat eserini ortaya koymakta kültürel birikim, yaratıcı düşünce ve bu düşünceyi doğru yansıtacak teknik yeterlilik önemli faktörler. Yaşadığımız coğrafyayı ve bu coğrafyanın tüm insanlık medeniyetindeki tarihi yerini düşünürseniz kültürel birikim açısından büyük bir hazineye sahibi. Fakat yurt dışı sanatsal çalışmaları ağırlıklı Batı merkezli olarak düşünürsek, bu birikimi yaratıcı düşünce ile yoğurma ve teknik imkânlardan da faydalanarak sunma noktasında geride kalmakta olduğumuzu düşünüyorum. Ayrıca bir kez başarmak için defalarca başarısız olmak gerektiğini unutmamak gerekir. Oysa denemekten ve başarısız olmaktan çekinen kültürel alışkanlıklarımız da o en can alıcı yaratıcı fikri bulmamıza engel olmakta.

-Belgesel, film, kısa film ve reklam müzikleri de hazırlıyorsunuz. Hangisi sizi daha mutlu ediyor?

Bir proje senaryo ve kurgu olarak ne kadar yaratıcı ise bana da sanatımı yansıtma anlamında o kadar alan açılıyor. Bu açıdan film projeleri en keyif aldıklarımdır. Piyasa veya sanat kuralları gibi Ezberlenmiş kaideler ile sıradanlaştırılan üretimlerden ise keyif almıyorum ve içeriği ne olursa olsun böyle bir projede yer almamaya özen gösteriyorum.

“BİR ANKARA MANZARASI”

-Son albümünüzün çıkış noktası neydi?

Son albümüm olan “Bir Ankara Manzarası” ilhamını Ankara’yı tasvir eden en eski tablo niteliğindeki “Ankara Manzarası” tablosundan alıyor. Aslen Rijksmuseum, Amsterdam bünyesinde bulunan bu tablo ile tanışmam, halen sergilendiği Ankara Rahmi M. Koç müzesinde oldu. Yaklaşık 300 yıl öncesi Ankara’sının tasvir edildiği bu tablo ilham açısından bir hazine niteliğindeydi. Öncelikle Rijksmuseum, Amsterdam tarafında telif konusunda gerekli izinleri alarak, sonrasında Ankara Rahmi M. Koç Müzesi tarafından yönlendirilen uzmanlar ile görüşerek 12 ilham noktasını belirledik. Bu ilham noktaları arasında Hacı Bayram-ı Veli Camii’nden, Augustus Tapınağına kadar pek çok tarihi yapının yanı sıra Sof Feraceli Kadın gibi tabloda bulunan figürler de yer alıyor. Sonrasında ise müzikal üretim süreci başladı ve pek çok ülkeden paydaşların da katkılarıyla hem piyano hem de senfonik haliyle 12 şarkı gün yüzüne çıktı.

-Bu albümde bestelerken sizi en mutlu eden parça hangisiydi?

Albüm için ilk bestem albüme de adını veren “Bir Ankara Manzarası” içindi. İlkler her zaman daha yorucu oluyor ve sonunda da mutluluğu daha yoğun yaşanıyor. Diğer yandan “Sof Feraceli Kadın” beni heyecanlandıran şarkılardan biriydi.

*Fotoğraflar: Veysel Aslan

Gülçin Aras

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir