İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Psikiyatr Dr. Cengiz Arca: “Biraz yavaşlamak iyidir”

Cengiz Bey merhaba, Depresyon Ne İşe Yarar? adlı kitabınız raflarda yerini aldı. Oldukça direkt bir soruyla başlayalım: Depresyon Ne İşe Yarar?

Kitabım çıktığı günden bu yana mesaj kutuma çokça depresyon ne işe yarar sorusu düşüyor. Bu anlamda insanların merakını uyandırdığını düşünmekteyim. Muhtemelen fazlasıyla olumsuz çağrışımları olan bir hastalığın yararı olma ihtimali pek çok insanı heyecanlandırmış. Kitabımda evrimsel ve sosyolojik kuramlardan hareketle muhtemel faydaları üzerine bazı görüşleri dile getiriyorum.

Kitabınızda da ağır depresyon tablolarından ziyade hafif depresyon tablolarını ele aldığınızın altını çiziyorsunuz. İkisi arasında kişilerin kavrayabileceği türden bir ayrım var mı, yoksa bir hekim tarafından teşhis edilmeli mi?

İşin aslı depresyon diye bir hastalığın olup olmadığı bile zaman zaman tartışma konusu olabiliyor. Bazı büyük psikiyatristler depresyon diye bir hastalık olmadığı eskiden ifade edilen ‘’melankoli’’nin bir hastalık olduğunun altını çiziyorlar. Ruhsal hastalıklar diğer tıbbi hastalıklara göre çağa ve kültüre göre büyük değişiklik gösteriyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde depresyon teşhisi bir profesyonel tarafından dahi zor konan bir teşhis. Bu tartışmaları bir kenara bıraktığımızda kişinin ıstırabı üzerine düşünmek herkes için daha faydalı olacaktır.

Depresyon oldukça yaygın bir hastalık, bu kadar yaygın olmasının sebepleri sizce neler?

Bir önceki soruda kısmen değindiğim gibi ruhsal hastalıklar döneme göre büyük değişiklik gösteriyor. Örneğin Sigmund Freud’un ilk yazılarını yazdığı dönemde histeriden mustarip ayılıp bayılanlar oldukça sık görülürken bugün böyle tablolar ile daha nadir karşılaşıyoruz. Depresyon da bu dönemde performans toplumu içerisinde yüksek beklentiler ile ilişkili bir şekilde artış göstermiş olabilir. Yoğun iş tempoları, emeğin karşılığını alamamak, hayal kırıklıklarının artması aklıma ilk gelenler ama herhalde artışın en büyük nedeni depresyon teşhisi için daha yumuşak tanı kriterlerinin kullanılıyor olması.

Sizce insanlar nasıl hissettikleriyle, ruh sağlıklarıyla yakından ilgileniyor mu? Son dönemlerde terapiye gitmek sanki daha çok insanın tercih ettiği bir şey oldu. Bunun olası faydalarından bahseder misiniz?

İnsanlar bu konuda eskiye göre daha bilinçli ve oldukça meraklı. Popüler dizi ve kitapların bunda etkisi yadsınamaz. Terapiye gitmek gözü kapalı şekilde faydalıdır demem mümkün değil. Ne yazık ki ülkemizde bu konuda yetkin olmayan ancak ısrarlar Batılı ülkeleri örnek göstererek yanlış akıl yürütmelerle yetkin olduğunu iddia eden kişiler ve kurumlar var. Bu konuyu Türkiye özelinde yanıtlarsam terapinin faydaları açısından büyük şüphelerim var. Therapy Culture kitabında Frank Furedi terapinin nasıl bir istismar alanı hale getirilebileceğinden bahseder. O nedenle ihtiyatlı bir yanıt vermeyi tercih ediyorum. 500’den fazla terapi çeşidi var ve temelde ikiyi ayırmak mümkün: içgörü kazandırmayı hedefleyen terapiler ve problem odaklı terapiler. İkisinin de duruma ve kişiye göre öne çıktığı zamanlar var. Her bir başka alanlarda fayda sağlamayı hedefliyor. Terapi insanın bazı çatışmalarını gözden geçirebileceği, güçlenebileceği ve yeni şeyler öğrenebileceği alan. Ancak tüm bu saydıklarım biraz karamsar olacak belki ama az sayıda terapist ve terapi ortamı ile sağlanabilecek faydalar.

Ruh sağlığı alanı aslında oldukça istismar edilen bir alan, uzman olmayan kişilerin tedavi reçeteleri dağıttığı bir iklim oluştu son dönemde. Siz bir uzman olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha önce bahsettiğim gibi sahiden istismara çok açık bir alan. İnsanlar kanıta dayalı tedaviler yerine kişisel deneyimlerini çok büyük kanıtlar gibi görmeyi tercih edip olmaması gereken şeyler yapıyorlar. Ruhsal hastalıklarla ilgili metodolojik ve epistemolojik anlamda büyük bir eksiklik var. Bu nedenle herkes bu alanlara sızmaya çalışıyor. İnanın ben de her gün yeni bir şaşkınlık yaşıyorum. Destek alacakları kişileri reklamlardan değil güvenilir referanslar aracılığı ile bulmalarını tavsiye ederim.

Kitabınızda hasta/danışan deneyimlerine yer vermiyorsunuz. Bunun yerine gündelik yaşamdan, edebiyattan, sanattan ve felsefeden besleniyorsunuz. Bu seçimi yapmanızın nedeni neydi?

Hastalardan örnek vermek suistimal edilmeye çok açık bir konu. İşin aslı kitabımda böyle örneklerin yer alabileceği çok hasta gördüm ancak kitabımın böyle bir tartışmanın içinde yer almasını istemedim. Faydalanabileceğim onlarca kaynak olduğu için örnekler bulmakta pek güçlük de yaşamadım.

“Hayatın çok hızlı aktığı, her şeye yetişmeye çabaladığımız ve her şeyi alelacele yapmaya çalıştığımız bir düzende depresyonun kendi ritmi ve yavaşlığı sanıldığı kadar kötü olmayabilir.” diyorsunuz kitabınızda, sahiden de sürekli yetişmek zorunda olduğumuz bir hayat var. Hatta son dönemlerde yeni bir kavram ortaya atıldı: FOMO (Fear of MissingOut/ Bir Şeyleri Kaçırmaktan Duyulan Korku) Aslında bizi depresyona sürükleyen tam da bu olabilir mi, siz nasıl bakıyorsunuz?

Bir şeyleri kaçırmaktan korkmamız çoğumuzun paylaştığı ortak bir kaygı olabilir. Dikkatimizi elimizdeki nesnelerden uzak tutan ve anın içinde kalmamızı engelleyen bir şey. Yapılan çalışmalar da gösteriyor ki (kişilerin telefonlarına bildiririm göndererek yapılan bir çalışma) kendisini anın içerisinde tanımlayan kişiler daha düşük depresyon puanlarına sahip. Bu anlamda kitabımda da söylediğim gibi ‘’Biraz yavaşlamak iyidir.’’

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir