İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sanata Farklı Disiplinlerden Bakış: Tarih, Toplum, Kültür ve Psikoloji -1-

Sanat, insanlık kadar eski bir eylem ve etkileşim alanı olmasının yanı sıra insanlığı diğer canlılar arasında başka bir seviyeye taşıyan bir etkinlik olarak da çok  özel bir yere sahiptir. Çok farklı yüzleri olan, çok çeşitli derinlikleri ve yücelikleri barındıran bu kavramı daha iyi anlayabilmek için ona çok farklı açılardan yaklaşabilmek, kalıplaşmış bazı bakış açılarından kurtulmak gerekiyor.

Sanatın insanlıkla yaşıt olmasından hareketle konuya ilk olarak sanat tarihi açısından yaklaşabiliriz. Bu disiplin, bize sanatın bizimle birlikte çıktığı yolculuğu; bu yolculukta geçirdiği değişmeyi ve gelişmeyi anlatır. Biz de bu yolculuktan sanatın incelikli insani beceriyi ifade eden bir kavram olarak ortaya çıktığını; geçmişte sanat ve zanaatın iç içe olduğunu; resim, şiir, müzik, heykel, mimarlık gibi kollarının zaman içinde ayrışıp gelişerek güzel sanatlar adı altında toplandığını; sanat ürünlerini ortaya çıktıkları dönemin imkanları ve koşulları bağlamında ele almak gerektiğini öğreniriz.

Sanat yalnızca sanatçının hayallerini gerçekleştirmek için giriştiği bir etkinlik olmadığı gibi, ortaya çıkan eser de çoğunlukla sanatçının atölyesinde ya da evinin bir köşesinde kalmaz. Sanat etkinliği, sanatçı ve sanat eserleri toplumla devamlı bir etkileşim içindedir. Bu nedenle sanata toplum ve kültürle ilişkileri açısından yaklaşmak onu kavrayabilmemizin temel koşullarından birini oluşturur. Sanatçının hangi toplumsal koşullar içinde yaşadığı, bu koşulların etkinliklerine ve eserlerine nasıl yansıdığı, benzer şekilde sanatçının etkinlikleriyle, duruşuyla ve eserleriyle farklı toplumsal sınıf, katman ve tabakalarla nasıl bir etkileşim içine girdiği sosyolojinin konusudur. Sanatçı toplum açısından önemli bir figürdür. Etkinlikleri ve eserleriyle toplumsal norm ve değerlerin muhafaza edilip yeniden üretilmesine katkıda bulunmasının yanı sıra toplumsal işleyişteki aksaklıkların farkına varılması konusunda uyarıcı bir rol üstlenir. Kitleleri derinden etkileme, sarsma, coşturma, peşlerinden sürükleme potansiyeline sahip sanatçılar toplumsal değişimin gerçekleştirilmesinde de her zaman meşale taşımasalar bile ateşi yakan kıvılcım veya büyüten bir nefes olabilirler. Bu nedenle sanata ve sanatçıya verilen önem toplumsal gelişmişlik seviyesinin önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilir.

Toplumların benzer, farklı ve çeşitlilik gösteren kültürel özelliklerine odaklanan antropoloji de sanata özel önem veren disiplinlerdendir. Bu bağlamda sanatın kökenlerine inen araştırmalar yaparak ilk sanat biçimlerinin insanlığın toplumsal ve kültürel yolculuğunda ne tür bir işlevi olduğunu açıklamaya çalışır. Bir yandan da farklı kültürlerdeki çok çeşitli sanat etkinliklerinin kültürel yapının oluşumunda, işleyişinde ve değişiminde ne gibi etkiler yarattığına dair çalışmalar yapar. Örneğin Maori toplumunda ya da ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kadınlar arasında yüzyıllardır devam ettirilen dövme sanatı veya Japonların Kintsugi adlı eşyaları onarma yöntemini bir sanata ve felsefeye dönüştürmeleri antropoloji açısından çok ilgi çekicidir.

Psikoloji, sanata bakarken sanatçı zihninin nasıl çalıştığını, kabiliyet ve yaratıcılığın doğuştan mı yoksa çevrenin etkisiyle mi  ortaya çıktığını, sanatçıların karakterlerini, etkinlikleri ve eserleriyle diğer insanların duygu, düşünce ve davranışlarını nasıl etkilediklerini inceler. Norm dışı kabul edilen kimi davranışların sanatçılarda görüldüğünde neden daha fazla tolerans gösterilebildiği de psikolojinin araştırma konularından birisidir. Ayrıca, bazı insanların büyük sanat eserleri karşısında büyük çaplı duygusal ve fiziksel tepkiler verebildikleri, baş dönmesi ve bayılma gibi durumlar yaşayabildikleri gözlenmiştir. Psikolojide buna “Stendhal Sendromu” adı verilir.

Yazan: Tamer Çetin

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir