İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Savaş Sonrası Alman Edebiyatı

Yazan: Sema Güven

8 Mayıs 1945 yılında II. Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan, kayıtsız şartsız teslim olan Almanya ülkenin çeşitli yönetimlere bölünmesini de beraberinde getirir. Edebiyat dünyasını da Batılı üç işgal devletinin altında kalan Almanya ile Doğu bloğunun (1949’dan sonra Demokratik Alman Cumhuriyeti olur) egemenliğinde kalan Almanya olarak iki ayrı kola bölmüştür.  DAC’dan öncesinde edebiyat dünyasında göçmen yazarlar yer almaktaydı.

Bertolt Brecht ve Heinrich Böll gibi yazarlar her iki blokta da benimsenmişti. Savaşı yaşamış olan ve kendini politikanın akışına kaptırmamış dönemin Almanya’sını terk eden suskun yazarlar için artık geri dönüş vaktiydi. Açlıkla, esaretle, savaş meydanlarında ziyan olmuş neslin temsilcisi olan yazar ve şairler yarattıkları yeni edebiyata “yıkıntı edebiyatı” (Trümmenliteratur) adını verirler.  Dönemin maddi ve manevi şartlarını simgeleyen edebiyata anlam katan bir isim olur. Böll gibi yazarlar muasır halkın savaşları, açlığı ve sefaleti çeken insanların gerçeklerini görmek isteyeceğini düşünerek pembe gözlükler arkasından değil, hayatı tüm çıplaklığı ile ele almayı uygun görürler çünkü muasır halkı tozpembe bir hayata çekmenin merhametsizce olacağı fikrini benimserler.

Bu dönemde üretilen eserler savaşın, felaketin ürünüdür. Edebiyatın göstermek istediği; insan yalnızca yönetilsin diye var olmamıştır, dünyamızdaki yıkıntılar içtendir ve birkaç yıl içerisinde giderilecek türden değildir. Romantizm ve kahramanlığın yer verilmediği, gerçekliğin ve şüpheciliğin yer aldığı eserler meydana getirirler. Yeni realist edebiyatın başlangıcını otobiyografik raporlar (Berichte) ve gözleme dayalı teşhisler oluşturur. Toplumsal eleştirisini hiciv ve grotesge götürür. Yansıtmak istedikleri gerçekleri abartma ve kendilerine ters düşen noktaları ortaya çıkartma tutumları, hayal güçlerini harekete geçirmiş, grotesk dönemin edebi unsuru ve edebiyatın ana yapısı olmuştur.

İnsanın genel ruh halini en veciz anlatan ise Wysten Hugh Auden’in The Age Of (Korku Çağı) olmuştur. Gençlikleri elinden alınmış, kişisel gelişimleri, meslek hayatları sekteye uğramış, aile ve memleket ilişkisi zarar görmüş savaş dönemi yazarlarının hayatı yeniden kurma hevesini içinde taşıyamayacak kadar bitaptır. Sosyalist Realizm haricindeki yazarların birçoğu ‘estetik ilkeler yeniden aranmalı ve deneyimlere uygulanmalıdır’ görüşünü benimsiyordu. Friedrich Dürrenmatt üslubu tanımlarken özel, kişisel bir tarz olarak ve çağ üslubu yerine üsluplardan söz edilmesi gerektiğini ifade eder.

1945 sonrası poetik düşünceler yaygınlaşır ve Alman dilinde eserler veren yazarlar kendi üslup görüşlerini ifade eden yazılar kaleme alır. Konu seçimi yaparken yazarlar iyi karakterleri ve ölçülü işleri güvenilmez sayarak, kelime dağarcıklarını konularıyla okuyucuda tepki uyandırmayı istemişlerdir. Heinrich Böll konu hakkında; gerçekliğin algılanması gereken bir bilgi olduğunu, insana çözmesi için problem yüklediğini anlatır. Ele aldıkları konular sıkıntı, korku, tahakküm altında hayatını sürdüren ve tekrardan hayat kurma çabasında yenik düşenlerdir. Çaresizliği karşısında sesini yükselten, düşünen, sürekli eksiklik bulan kahramanlar rağbet edilenlerdir. Marksizm, varoluşçuluk, psikanalizim, ekspresyonizm ve sürrealizm tekrardan Almanya’da tesirini gösterir. Kitle iletişim tekniğindeki gelişim ve tercüme faaliyetlerinin ivme kazanması eskiden sadece tarih ve sanat konularındaki fikirlerinin böylelikle engin bir edebiyat dünyasıyla karşılaşmalarını sağlar. Nükleer silahlar, dünya savaşı ve ideolojiler tek bir milletin metası olmaktan çıkarak uluslararasına dönmüştür.

Savaş sonrası Alman edebiyatının dil özelliklerinde değişimler yaşanmıştır. Entelektüalizmden uzaklaşarak bireyselliğe erişme amacı dili özentiye ve titizliğe götürmüştür. Yönetilen dünyadaki dil somuttan uzaklaşarak soyutlamaya gittiği için duygu eksikliği ve insancıllığını kaybetmesi ile karşı karşıya gelmiştir. Dil kitle yayın organları altında olması ve özel alan olması sonucu farklılaşma yaşamıştır. Aynı kelimeler farklı anlamlara bürünmüştür. İkiye bölünmüş ülkenin farklı dünya görüşü ve kültür politikaları sonucu kelimelere farklı anlam yükleme, kısaltma ve farklı yabancı dillerden kelime alma eğilimi olmuştur.

1945 sonrası dahi edebiyatın sadece dilin yeniden oluşturulmasıyla mümkün olacağı fikri devam etmekteydi. Ernst Hemigway’in tok ve aklı başında ifadesi ve geleneksel normal cümle yapısının terk edilmesi düşüncesi sayesinde Almancada art arda dizili ve birbirine çağrışım ilişkilerine bağlı kısa cümleler yerini almıştır. İfade edilmeden geçilme, alıntıların veyahut da şarkı başlarının tekrarlanması sonucu tasavvurun kalıp haline getirilmesi, geleneksel kelimeleri gelenek dışı ortamda kullanarak bilerek okuyucuya bağıntılı olup olmadığını zorlama sanat için başvurdukları yollar arasında en önemlileridir.

Saçma- tekerleme olarak bilinen çocukların ve yetişkinlerin dil alıştırmalarına yarayan bir tür yeniden kullanılır. Thomas Mann, Heinrich Mann, Döblin, Musil, Seghers gibi 20. yüzyıl Alman romancıları Nazi Almanya’sından kaçarak yurtdışında eser vermeyi sürdürmüşlerdir. Eserlerin Almaya’da yayımlanması yasaklanmış, Joyce ve Proust gibi usta sanatçıların tercüme ve tanıtılması da yasaklanmıştır. Bu sebeplerden dolayı savaş sonrası yazmaya başlayan genç kalemler roman geleneğinde bir boşluktan ortaya çıkar. Yabancı yazarları incelemeye başlamış olan Alman romancılar nazım türünde konularını kaleme almış sonrasında kısa hikâyeye geçiş yapmışlardır.

Böll, Grass, Johnson, Walser ve Frisch gibi yazarlar savaş konularına, Almanya’nın iktisadi sorunlarına ve çözümlerine, özdeşlik problemlerini ana konu olarak belirlerler. Grass imgelere, grotesge ve komik tarza eğilim gösterirken, Koeppen yaşanmış hikâye ve iç monologu birleştirir, Johnson yabancılaşmada ve perspektife dayalı aşırılık sergiler. Frisch ‘imkânı’ temel anlatım ilkesi olarak benimser. Böll ise barok tarzının entelektüel kimliği ile yeniden yazmaya başlar. Yazar gerçekliğe karşı şüpheci tutum sergileyerek okuyucuyu şüpheye ve düşünmeye davet eder ve modern roman anlatıcı figürleri buradaki kararsızlığı yansıtır. Gelenekselden uzaklaşanlar arasında çevre tasviri de yerini almıştır. Leitmotiv kullanılmış, sembollere kaçan şifreler aracılığı ile tasvirler yapılmıştır. Bilinçsiz ve bilinçaltı konuları ortaya çıkaran monologlar yerini almıştır. Nesnellik şüphecilik yaratmış bu durum da öznel görüşlerle ifade edilmek istenmiştir. Tutarlı ve art arda anlatımın olabileceğini savunan yazarlarda vardır. Figürlere davranış özgürlüğü bırakırlar. Gazete ve dergide yayımlanan gerçekler romanı (tatsachenroman) ve kriminal romanlar (science fiction) gibi anlatım yenilikleri istenmemiştir.

1945’ten sonra ise novel toplumcu gerçekçiliğin olmuştur. Modern kısa hikâye türünde Hemigway yazmıştır. Nesirde novel türü değerini yitirir çünkü endüstrileşme, işçi proletaryasının güçlenmesi sonucu eski geçerliliğini yitirir. Romantizmden Realizme geçişte novel türü 20. yüzyılda yerini kısa hikâyeye devreder. Ana konu bireyin dünyadaki perişanlığı ve toplum dışına atılmış yalnız bireylerdir. Bozukluklar ve düzensizlikler çoğu kez kader olarak verilir. Sosyalist ülkelerde kısa hikâye türü tehlikeli ve modern olarak görülmüştür. Heinrich Böll için kısa hikâye hayattan kesitler sunar, Walter Höllerer’e göre Alman kısa hikâyelerini anı hikayeleri (Augenblickskurzgeschichte) olarak değerlendirir. İki anı birbiriyle ilişkilendirmek ya da anlık bir durumu değerlendirmek bu türün özelliğidir. Kısa hikâye çeşitleri içinde şaşırtma ve evirip çevirme hikâyeleri de bulunur. Kompozisyon kurallarını esas alır, deyimlere ve ara olaylarla sürpriz etki uyandırır, çeşitli yerlere ait olan olayları birbiri içinde kullanır. 

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir