Yazan: Ece Zeren Aydınoğlu
Tasarım, odağını belirlerken fonksiyonu göz önünde bulundurmalıdır. Sanat çerçevesinde, hatta fütüristik dokunuşlarla şekillense bile işlevsiz bir tasarımın sürdürülebilirliği tartışılır. Çünkü tasarımı sadece sanat merkezli düşündüğümüzde içeriğini kaybetmeye başlarız. Aynı şekilde, yalnızca fonksiyon üstünden ilerleyen tasarım belli noktalarda akışını kaybeder. Yani işleve odaklanırken ve yapıyı biçimlendirirken zihni bu şekilde sınırlandırmak aynılığı beraberinde getirdiği gibi sanatın yaratıcı etkisini geri planda bırakarak fonksiyonun yükseldiği başka formları da gözardı etmemize sebep olabilir.
İlk günden beri insanın hayatını sürdürmek için aletlere ihtiyaç duyması belki de mağara duvarlarına çizdiği hikayeler ve süslemelerle hem bir hafıza işlevi oluşturma isteğinden hem de içindeki sanatı ve yaratıcılığı ortaya çıkarma sevdasından kaynaklandı. Belki de hayatını kolaylaştırmak için ürettiği şeylere eklediği süslemeler, ruhundaki “anlam katma” hevesiyle yaşam buldu.
Sanat ve tasarım (mimarlık, endüstri ürünleri ve tüm diğer kollarıyla) geçirdiği süreçler göz önünde bulundurulduğunda; amfilerden saraylara, dini yapılardan küçük araç gereçlere, çerçeve içindeki resme, bir arabaya, binaya, flüte kadar ihtiyaç ve istek dahilinde yaşam buluyor. Geçirdiği süreçler ve yaklaşımlar bakımından bugün fark ve anlam yaratma çabalarımıza doyurucu karşılıklar veren tasarım; kimi zaman abartının ve şaşanın kimi zamansa gelecek odaklılığın ve minimalizmin etkileriyle gerçeklikle olan bağımızı sorgulamamızı sağladı ve devam ediyor.
Bugünün tasarımcısı yalnızca kendi döneminin akımlarıyla ilgileniyor bile olsa (farazi), geçmişe ve geleceğe özlemi bitmeyen, insanlığın damağında kalan tat olarak “üretiminin anlam ifade etmesi” fikrini destekliyor. 20. yy. ile birlikte tasarımda sadeleşme fikrinin yükseldiği bir dönemde bile en başarılı tasarımcıların geçmişi, geleceği, formu ve fonksiyonu bir arada tutanlardan çıktığını biliyoruz.
Bu doğrultuda konu tasarım olunca tüm kavramları anlam bakımından değerlendirip tartışmaya koymalıyız. Çünkü şimdiye kadar ortaya çıkan tüm akımlar, birbirlerini desteklemenin yanında zıtlıklarıyla var oldu. Bazı yaklaşımlar doğal ve doğada olanı temel alarak akıl yürütürken bazıları kişi odaklı, popüler ve kuralsız bir dil oluşturmaya çabaladı.
Aynı zamanda akımlar kişiler tarafından kötüye kullanılabilir ve anlamını üretim dahilinde yok edebilir. Burada odaklanmamız gereken bir diğer nokta da endüstri ve toplum gidişatıdır. Gelenekselin dışına çıkan, yenilikçi ve yaratıcı tüm yaklaşımların aynı zamanda küresel sistemin çarkına ayak uydurma çabası (bilinçli ya da bilinçsiz) bulunur. Bu çaba sürdürülebilirlik ilkesini destekleme amacıyla yola çıkmış gibi görünse de bazı durumlarda tüketimi destekler ve kullanıcı talebini geri planda bırakır. Yani form ya da fonksiyon bir anda işlevini kaybedip başka bir amaca yönelebilir.
Dijital çağın karanlık yüzlerinden biri de “kalite ve değer” kavramlarının bazı noktalarda anlamlarını yitirebiliyor olmasıdır. Dolayısıyla ihtiyaç ve zevk nosyonları sığ bir ticaret anlayışının kurbanı olabilir. Yani tüm yaklaşımlar bir anda manasını kaybeder ve sürdürülebilir olmayan yapı ya da üretimlerin hayalkırıklığı olarak insan psikolojisine yerleşmesi sürecine girilir. Bu da sanatçı ya da tasarımcıyı boşluğa düşürerek yaratıcılık ve üretim aşamasında sorunlar yaşamasına sebep olur. Küreselleşmenin getirdiği popüler olma ve onun peşinden gitme çabasıyla içi boşaltılmış tarzların yanı başımızda yer bulması ve toplumun anlamsızlıkla mücadelesi bu aşamada başlar.
Kaynakça:
Terry Smith, 1993, “Making the Modern: Industry, Art and Design in America.”
Oktay Turan, 2016 “Biçim İşlevi Anlamı İzler: Bir (Anti)Manifesto Olarak Mimarlık ve Dil”, XXI Mimarlık.
İlk yorum yapan siz olun