İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tiyatrocu Deniz Bulat ile Söyleşi

Tiyatrocu Deniz Bulat ile 19 Mart’ta Ankara Farabi Sahnesi’nde sahnelenecek olan Tangled adlı tek kişilik İngilizce oyun öncesi röportaj yapma fırsatımız oldu. Keyifli okumalar.

-Deniz Hanım merhaba. Sizi tanımak isteriz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Deniz Bulat?

Merhaba! Ben Ankara doğumlu film ve tiyatro oyuncusuyum. Ankara’da başlayan tiyatro tutkum beni üniversitede de takip etti. New York Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Tiyatro Bölümü mezunuyum. New York’da bulunduğum yıllarda Atlantik Tiyatro Okulu’nda sahne deneyimi, Stonestreet Stüdyoları’nda ise kamera oyunculuğu ve film yapımcılığı deneyimi kazandım. New York merkezli yapım şirketleri Invisible Disco Productions ve Et Alia Theater Company bünyelerinde ön ve arka planda çalışmalarda bulundum. Son olarak Gary O. Bennett’in yönettiği “Enough About Love” ve Esra Saydam ile Malik Isasis’in yönettiği “Öte“ adlı filmler ile Et Alia Tiyatrosu yapımcılığında Debora Balardini’nin yönettiği “This Is Me Eating __ “ adlı tiyatro oyununda rol aldım.

-Sanat yaşamınız ne zaman ve nasıl başladı?

Sanata karşı çok duyarlı bir okula gitmiş olmak büyük bir şanstı benim için. Okulda düzenlenen milli bayram törenlerimiz küçüklüğümden beri çok coşkulu olur ve öğrenciler tören sunuculuğu, şiir okuma, kısa bir drama gösterisi sunma gibi performanslarla görevlendirilirdi. İlkokulun sonlarına doğru bir törende sınıfımla beraber sahnede kısa bir drama oyunu sergiledik. Sonrasında çoğu arkadaşım benim rolümü çok sevdiklerini söylediler, ben bu tepki karşısında hem çok şaşırmış hem de çok etkilenmiştim. Benim sahnede, çok da farkında olmadan yaptığım küçük bir hareketin insanları ne kadar etkileyebileceğini fark ettim ve bu farkındalık beni çok mutlu etti. O günden sonra sahneyi bırakamadım.

-28 Ocak’ta Ankara Farabi Sahnesi’nde prömiyeri gerçekleşen, Kadri Özcan’ın yazıp yönettiği tek kişilik İngilizce oyun Tangled ile 19 Mart günü yine Ankara Farabi Sahnesi’nde tiyatro severler ile buluşacaksınız. Öncelikle Ankara’da İngilizce bir oyun sahnelemek, hatta bir ilki gerçekleştirmek nasıl bir duygu anlatır mısınız?

Böyle bir ilki gerçekleştirmek çok heyecan verici bir duygu. Bu benim tek kişilik ilk oyunum. Bir işte ilke imza atmak beraberinde büyük bir sorumluluk getiriyor, bu nedenle kendimi bilinmeyen bir yere doğru bir yolculukta gibi hissettim bütün prova süreci boyunca. Prömiyer gecesi ise seyircimizin heyecanı beni çok gururlandırdı.

-Tiyatro Libra’nın yeni yapımı tek perdelik Tangled adlı oyundan bahseder misiniz? Oyun tiyatro severlere ne anlatıyor?

Oyunumuz, Bulgaristan’ın Sofya kentinde doğmuş eğitimli bir genç kadın olan Andrea’nın hayat hikayesini ele alır. Andrea, çocukluğu boyunca hayalperestliğinin yanı sıra kendince bulduğu bir anı saklama yöntemi ile dikkat çeker. Küçük Andrea, hatıralarını unutmamak için geliştirdiği yöntemde her özel anısı için saçına bir düğüm atar ve saçlarını asla kestirmez. İkinci Dünya Savaşı ve ardından Bulgaristan’ın demir perde ülkesi oluşuyla özgürlüklerini yitiren Andrea ve eşi ülke ülke sürüklenir, çocukları olur ama iç huzurlarını bulamazlar. Ben tek perdede seyirciyi karakterimizin hayat öyküsünde, birbirinden farklı karakterlerle bir yolculuğuna çıkarıyorum.

-Prova sürecinizi merak ediyorum, nasıl geçti, ne kadar sürdü?

Bir buçuk ay kadar sürdü. Ana karakteri farklı yaşlarda ve yakınlarını canlandırdığım için karakterleri yatırmaya odaklandık. Özellikle karakterimin yaşlanmış halini yaratırken kullandığım kukla ve yaşlı Andrea’nın sesi üzerinde çalıştık. Tek oyuncu ben olduğum için alışılageldik bir prova süreci değildi fakat yönetmenim Kadri Özcan ve Yardımcı Yönetmenim Bemol Yılmaz prova süreci boyunca beni inanılmaz desteklediler. Kreatif anlamda da kendimi bu nedenle çok özgür hissettim. Aslında ilk başta bu çok korkutucuydu, normalde bir oyuncu olarak her provada yeni bir şeyler denemeye hazır biriyimdir fakat birden kendimi sahnede çok yalnız ve kilitlenmiş hissettim. Oyunculukta karakterim adına verdiğim kararların ya da kendi tekniğimin çevremdeki oyuncular ve onların karakterlerinden etkilenmesine izin veririm. Tiyatronun en önemli özelliği her an değişik bir şey olabilecek olması, bu nedenle bir sahne tekrar tekrar oynansa bile asla tıpa tıp aynı olmamalıdır. Sahnenin özüne sadık kalacak şekilde değişmesine yenilenmesine izin vermeliyiz ve bunu oyuncu olarak en kolay sahnedeki partnerimizden esinlenerek yaparız. Ben ilk başlarda sahnede bir partnerim olmamasından etkilenerek kendimi kısıtladım fakat ekibimizin desteği sayesinde, prova sürecinde kendime güvenim arttı.

-Metinde sizi en çok heyecanlandıran fikir ve duygu neydi?

Oyunun sonu! Sonuna yaklaşırken sahnede hatta provalarda bile çok heyecanlanıyorum. Sanki Ankara’dan yaz tatiline giderken denizi görmeden önceki son virajı dönüş heyecanı. Bu bir özgürlük hikayesi. Oyunun temelindeki fikir bu. Fakat karakterin hayat hikayesini dinlerken bunu kimi zaman unutuyoruz. Sonucunun nereye bağlanacağını bence tahmin etmek zor, sona yaklaşırken seyirciye yansıtmayı hedeflediğim duygu beni heyecanlandırıyor. Prömiyer sonrasında da seyircimiz oyunun sonunu etkileyici ve şaşırtıcı bulduklarını söylediklerinde çok mutlu oldum.

-Amerika’da çok yoğun geçen bir sanat yaşamınız olduğunu biliyoruz. Türkiye ve Amerika’daki tiyatro anlayışına dair farklılıklar sizce neler? Her iki ülkede de sahneye çıkan biri olarak bu iki ülkede tiyatroya yaklaşımı nasıl değerlendirirsiniz?

Bence New York’taki sanat anlayışı ABD’nin diğer eyaletlerinden de farklı. New York’ta çok fazla sanatçı var ve mottoları “kendi sanatını kendin yap”. Bir sanatçı olarak sürekli üretiyor olmak, büyük işler beklemek yerine kendin fırsat yaratıyor olmak çok önemli. Bu düşünce beni de çok etkiledi ve bir sanatçı olarak kendi kendime yetebilmeyi öğretti. Bu nedenle sanatçılar birçok işi kolayca aynı anda yürütebiliyor, aynı anda sinema ve tiyatro alanlarında çalışabiliyor, sadece oyunculukla kısıtlamak yerine kendilerini sanatın arka planında da var ediyorlar. Bu ABD’den çok, New York’a hitap eden bir sanat anlayışı. Türkiye’de de aslında bu tür sanatçılar var; yapım aşamasını sanattan ayrı tutmayarak yaratıcılıklarını genişletiyorlar ve onların ayak izlerini takip ederek sanatçılığımızı genişletebileceğimizi düşünüyorum.

-Türkiye’de gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeleriniz var mı?

Geçen yaz Türkiye’ye döner dönmez, Esra Saydam ile Malik Isasis’in yönetmenliği, Eda Çarıkcı’nın yapımcılığında “Öte“ adlı bir film çektik. Filmde bir sahnede rol almanın yanı sıra asıl olarak yapım amirliğini üstlendim. Filmin çoğunu Kars’ta çektik. Hem Türk hem ABD’li sanatçıları Türkiye’de bir araya getiren bu filmin hem arka planı hem ön planında çalışmak bana inanılmaz bir deneyim kazandırdı. Son birkaç aydır tiyatroya odaklandım, ama asıl hayalim film ve tiyatro oyunculuğunu bir arada gerçekleştirmek.

-Son olarak, tiyatro severlere neler söylemek istersiniz?

Bence Türkiye’deki seyircimiz geleneksel tiyatroyu çok seviyor fakat bir yandan da yenilik istiyor. Yeni hikayeler, yeni anlatı biçimleri görmek istiyor ve bulamadıklarını belirtiyorlar. Bence yenilik arayışında olan ve bunu yerine getirmeye çalışan birçok sanatçı var, fakat bu yenilikler büyük tiyatrolarda gerçekleşmiyor, önce daha küçük alanlarda deneniyor. Umarım sanat severler bu oyunları takip eder ve desteklerler.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir