Perde Sanat Tiyatrosu oyuncularından Umut Görkem Demir ile tiyatro yaşamı üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Merhaba Umut Bey. Bize kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba, ben Umut Görkem Demir. 1993 yılında Uşak’ta doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Uşak’ta tamamladım. Üniversite eğitimim için 2011 yılında Ankara’ya geldim. Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. 8 senedir İngilizce Öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Bu mesleği edinmiş olmam benim için pek de sürpriz olmadı aslında. Çocukluğumdan beri yabancı dillere karşı çok büyük bir ilgim oldu. Dolayısıyla, zaten ilgi duyduğum bir alanda eğitimci olarak çalışmak da benim için tarifsiz bir zevk. Ben küçük yaş gruplarına İngilizce öğretmeye çalışıyorum. Bu oldukça zor olmasına karşın mesleki hazzı da doruklarda yaşamanıza olanak sağlıyor. Çünkü sınıfta sizin ağzınızdan çıkacak her kelimeyi öğrenmeye hevesli bir grup öğrenci var ve onlar için çok önemli bir rol modelsiniz. Öğretmenler olarak bu sorumluluğun altında kimi zaman ezilsek de, aslında sınıf ortamını her ders başlayıp biten bir gösteriye, öğretmeni de spot ışıkların her daim üzerinde olduğu bir oyuncuya benzetebiliriz. Bu benzetmeden hareketle şunu söyleyebilirim ki tiyatroya da mesleğim olan öğretmenliğe verdiğim önem ve değeri veririm. Tiyatronun yanı sıra sinema, edebiyat ve müzik başlıca ilgi alanlarım. Hayatın her alanında nostalji özlemi çektiğimi söyleyebilirim. Değişen ve gelişen dünyaya ayak uydurmak gerekebilir belki ama özümüzdeki insani duyguları kaybetmemek gerektiğine de inanıyorum.
Tiyatroya ne zaman ve nasıl başladınız?
Tiyatroya ortaokul yıllarımda Türkçe öğretmenlerinin rehberliğinde yürütülen ‘tiyatro kolu’ ile birlikte başladım diyebilirim. Aile Bağları adlı bir oyunda zengin kızın, anlayışlı ve sevecen babası rolünü oynamıştım. Tıpkı Hulusi Kentmen gibi. (Gülüyor) Tiyatroya ilgi duymamın sebebine dönecek olursak; küçük bir Ege şehrinde doğdum, büyüdüm. Benim şehrimde yer alan bir tiyatro topluluğu yoktu. İstanbul, Ankara veya İzmir gibi büyükşehirlerden kırk yılın başı tiyatro ekipleri gelir, matinede çocuk oyunu suarede ise yetişkin oyunları oynarlardı. İlk kez ilkokulda bir tiyatro oyunu izlemiştim. Oyunun adı, yanılmıyorsam eğer, Altın Makas ve Gümüş Kepçe‘ydi. Oyunun ilk dakikasından son dakikasına kadar ağzım açık bir şekilde izlemiştim. Işıklar, dekor, kostüm, oyunculuk… Oyunu çocuk halimle nasıl büyüleyici bulduğumu tahmin bile edemezsiniz. İşte sahne tozunu ilk defa, belki de çok kıytırık bir çocuk oyununda, seyirci olarak yutmuştum. Sonrasında da sahne üzerinde oyuncu olarak birçok defa o sihirli tozu zevkle yuttum, yutuyorum ve sanırım daha uzunca bir süre yutacağım. (Gülüyor)
İstibdat Kumpanyası adlı oyunda hangi karaktere hayat veriyorsunuz?
Ben oyunda Recai Efendi karakterini canlandırıyorum. Recai Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, 30 sene sürecek olan İstibdat Dönemi’nde yaşamış hayali bir karakter. Bahtı zaten bu zorlu ve karanlık döneme denk gelecek kadar kara olan Recai Efendi‘nin bir de tiyatrosu vardır, hiç oyunculuk eğitimi almamış ortaoyuncu arkadaşlarıyla beraber olduğu. Recai Efendi ve ekibi ilk defa batılı bir eseri oynayacaklardır. Hatta oyunda da geçtiği üzere, belki de ilk defa ‘kitaplı tiyatro’ yapacaklardır. Zira, o dönemde bırakın halkı, daha aydın varsayılan tiyatrocuların birçoğu okuma-yazma bilmemektedir. Onun için diyorum ya, belki de ilk defa teksti olan bir oyun sergileyeceklerdir Şeref Paşa’nın emriyle. Bu büyük sorumlulukla birlikte, Recai Efendi içindeki muzip ve muzır ortaoyuncu ruhunu, kellesini de kaybetmeden yaşatmaya çalışmaktadır. Ekip lideri olmanın verdiği ağırlık, tüm ekibin cehaleti ve beceriksizliği, işin ucunda hayatlarının olduğu gerçeği, Recai Efendi ve ekibini oyun boyunca oldukça zorlayacaktır. Bu trajikomik durum seyirciye sonu gelmeyen kahkahalar ve cevabını uzunca bir süre düşüneceği, belki de bulamayacağı, sorular bırakıyor.
Son olarak, tiyatro severlere neler söylemek istersiniz?
Tiyatro, ülkenin yüceldiğini ya da çöktüğünü gösteren bir barometredir, demiş Lorca. Bu sade ve anlamlı sözden hareketle, tiyatronun bir toplum için gerekliliğini yine ve yeniden vurgulamak isterim. Sadece didaktik olarak değil, duygusal olarak da tüm insanlık için bir oksijen maskesidir tiyatro. Bu röportajı okuyan, tiyatroya ilgi duyan güzel insanları saygıyla selamlarken sözlerimi usta Haldun Taner‘in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım isimli oyununda yer verdiği bir replikle bitirmek isterim:
“Madem düşünüyorsun
Öyleyse yoksun
Düşünmezler diyarında.”
İlk yorum yapan siz olun