İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye Tiyatro Vakfı Başkanı Esen Çamurdan ile Söyleşi

Türkiye Tiyatro Vakfı’nın kurucusu Esen Çamurdan’ın özgeçmişine baktığımızda verimli bir yaşamöyküsüyle karşılaşıyoruz. Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nin ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitiriyor. Paris’te (La  Sorbonne Nouvelle, Paris X) Anne Ubersfeld ile birlikte Geleneksel Türk Tiyatrosu, ortaoyunu konulu master tezini hazırlıyor. 1979’da Devlet Tiyatroları’na dramaturg olarak giriyor ve 2008 yılına dek çalışıyor. Çeşitli konservatuar ve tiyatro okullarında dramaturgi ve tiyatro tarihi dersleri veriyor. 1982 yılından bu yana çeşitli gazete ve dergilerde tiyatroyla ilgili eleştiri ve inceleme yazıları yazıyor. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında da bir süre dramaturg olarak çalışıyor. 

1990 yılında Kültür Bakanlığınca basılan 1923-1990 yıllarını kapsayan iki ciltlik Eleştirmen Gözüyle (Türk Tiyatrosu Eleştiri Seçkisi) adlı kitabın editörlüğünü gerçekleştiren ve kendisinin kaleme aldığı yayımlanmış yedi kitabı bulunuyor. 

Esen Çamurdan ile sohbetimiz, 2019’da kurduğu Türkiye Tiyatro Vakfı’nın çalışmaları ekseninde müzecilik, arşivcilik, tiyatronun dünü, bugünü üzerine düşünmemizi sağlarken, en büyük hayalim dediği Türkiye Tiyatro Müzesi hakkında da bilgi içeriyor.   

Mine Alpan: Geriye doğru gittiğimizde sanırım ilk fikir kıvılcımları 1989’daki Kukla Festivali’nde Nevzat Açıkgöz’ün evine yaptığınız ziyarete ait. Orada gördüğünüz 3 bavul kuklanın ne olacağını düşünüyor, hayıflanıyorsunuz. 

Esen Çamurdan: Nevzat Açıkgöz öldükten sonra kara kara düşündüm o bavullar dolusu (üç değil, en az beş, altı) özgün kuklanın ne olduğunu. Dar gelirli olan ailesi üç kuruşa satmıştır sanırım. Çok üzüldüm. Eğer kültür mirasımıza gerçekten sahip çıkan bir yönetim olsaydı onları satın alırdı, bir müze olsaydı aynı şeyi yapardı… Ve daha nice geleneksel tiyatrocunun ardından bıraktığı koleksiyon, arşiv heba oldu, kimsenin umurunda olmadı ama dillerinden de düşürmezler hani “geleneksel değerlerimize sahip çıkmak” diye. Hatta bu konuda “Hangi Ulusal Değer?” başlığını taşıyan bir yazı da kaleme aldım, yer yerinden oynamadı tabii (!). Her geçen yıl yitirdiğimiz çağdaş tiyatrocularımızla birlikte yitenler ise ayrı bir yaramızdır. 

1990’dan beri kaybettiğimiz her bir kişiyle birlikte giden değerlere üzülüyorsunuz. Hem kişilerin kaybı hem de onlarda birlikte arşivlerinin kaybı.

1990 olsa neyse, başından bu yana, Tanzimat’tan bu yana; ne doğru dürüst bir arşiv oluşturulmuş ne de kitaplık, koleksiyon vb. Tiyatrocularımızla birlikte yiten ciddi bir kültür mirasıdır, onlarla birlikte kültür belleğimiz, giderek toplumsal belleğimiz yok oluyor. Biz hiçbir şeyi tutmuyoruz ki! Bırakın arşivi, koleksiyonu binaları da yıkıyoruz ya da dönüştürüp işlevlerini değiştiriyoruz. Çok geriye gitmeye gerek yok, şu Beyoğlu’nun durumuna bakın. Ferhan Şensoy’un olağanüstü çabasıyla ayakta kalabilen Ses Tiyatrosu’ndan başka tiyatro kalmadı. Ülkemizde kaç kişi bilir Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası’nın bir zamanlar yalnız geleneksel değil (bunu da Ramazan programlarından ezberledik ya), Batı tarzı tiyatronun da merkezi olduğunu? Oradaki tiyatro binaları yıkılmamış olsalardı en azından toplumsal yaşamın içinde bir yerleri olurdu, insanlar unutmazdı, toplumsal bellekte yer edinmiş olurlardı.

Sanırım bardağı taşıran damla Toron Karacaoğlu’nun kaybı olmuş. Sonra varınızı yoğunuzu vakfa vakfetmişsiniz. Gülriz Hanım delisiniz demiş. Haldun Dormen ise bu deliliği övmüş. Kendinize benzeyen deliler bulabildiniz mi?

Evet, Toron Karacaoğlu’nun kaybı ve ardından bıraktığı ve yok olacağını bildiğim kültür mirası isyan etmeme neden oldu. Madem dedim kendime, devlet/iktidar bir şey yapmıyor, özel kuruluşlar kendilerine çalışıyor, aydın takımından ses seda yok, o zaman ben girişirim işe. Önce güvendiğim ve bu konuda düşünmüş olduğunu bildiğim kimi tiyatrocu arkadaşlara danıştım. Haldun Dormen dışında tümü desteklediklerini ama yine de düşünmem gerektiğini dile getirdi. Dediğiniz gibi Gülriz Sururi’nin hoşuna gitti ama “Siz çılgınsınız Esen” dedi. “Evet çılgınım” diye yanıtladım onu, “ çünkü birilerinin deli olması gerek bunları yapabilmek için, o kişi galiba ben olacağım!”. Düşüncemi büyük bir coşkuyla karşılayan Haldun Dormen’le ise deliliğe övgüler yağdırdık, delilik olmadan bir şeylerin yoktan var edilemeyeceğini konuştuk. 

Maddi ve manevi olarak tek başıma tutturduğum yol, gerçekten de -söylendiği gibi- yürürken oluştu, hani kervan yolda düzülür örneği. Bana benzeyen delilerden çok; yapmak istediğime inanan,  beni gönüllü çalışmalarıyla destekleyen, önerilerini esirgemeyen, bu konuda büyük boşluk yaşadığımızı duyumsayan kişilerle çoğaldım, özellikle gençlerle. 

Öncesinde Yıldız Sarayı’nda kurulan bir tiyatro müzesi örneği var ölü doğan. Siz kendi müzenizi nasıl yaşatacaksınız? Nasıl önlemlerle ilerliyorsunuz?

Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Yıldız Sarayı’nda kurulan ve birçok kişinin büyük bir hevesle malzeme bağışı yaptığı müze ilgisizlikten, kültür birikimi, kültür mirası gibi sorunları kendilerine dert etmeyen, hatta umurlarında bile olmayan yöneticiler yüzünden yaşamadı. Yaşatılmadı müze. Daha da kötüsü, içindekilerin ne oldukları da bilinmiyor; soran da yok zaten.

Türkiye Tiyatro Müzesi’ne gelince; kuruluşundan bu yana vakfın merkezi olan dairenin kirasından, kafesinden, dükkânından, sahnesinden ve kimi seminer/atölye çalışmalarından akan bir geliri olacağını düşünüyoruz ama yine de ana sponsora gereksinim var tabii. Kimi kuruluşlarla temastayız, arayışımız sürmekte.

1924’te Muhsin Ertuğrul’un anılarında rastlıyoruz. Onun da bir müze hayali var. Sizin hayalinizdeki müze nasıl?

Türkiye tiyatrosunun arşivini bir arada tutan, onu zenginleştiren, paylaşıma açan, bilgi üretimine ortam sağlayan ve oluşturulacak bu kültürel birikimi gelecek kuşaklara aktarmayı kendine misyon edinmiş bir müze hayalimiz var. Dünden bugüne kalanları araştırmak ve gün yüzüne çıkarmakla yetinmeyip bugünden yarına kalacakları kayıt altına almak da çok önemli. 

Ayrıca, Türk tiyatrosunun oluşumuna önemli katkıda bulunmuş Ermeni, Rum ve Yahudi topluluklarının tiyatro kültürünü tüm katmanlarıyla bir araya getirmek ve görünürlüğü sağlamak da istiyoruz.

Geleneksel Türk tiyatrosunu da atlamamak gerek, bununla ilgili her türlü belgeye ve yaşayan ustalara ulaşmak, bu alanda kapsamlı araştırma ve yayın çalışmaları yapmak gibi bir hedefimiz var. 

Aynı zamanda bir araştırma merkezi işlevini de üstlenecek olan Türkiye Tiyatro Müzesi gerek mimari gerekse sergileme açısından çocuk ve engelli dostu olacak.

Yaşayan bir kültür merkezi düşlüyorsunuz. Bu, yeni müzecilik anlayışını da beraberinde getiriyor. Çocuk ve engelli dostu bir planlama içerisindesiniz. Peki müzede yer alacak şeylerin (kişi/belge vb) seçimi önemli bir sorumluluk. Böyle bir ekibiniz var mı? O süzgeç siz misiniz?

Çok önemli bir sorumluluk hem de. İçinde bulunduğumuz aşamada yeterli altyapımız olmadığından kapsamlı malzeme bağışı kabul etmiyoruz. Ancak ileride doğaldır ki uzmanlık alanına göre bir ekibimizin ve/veya danışmalarımızın olması gerekecek. 

Destek gördünüz mü, ilgiyle karşılandınız mı? İstanbul Üniversitesi Dramaturgi bölümü ile ortak çalışmalarınız var. Kerem Karaboğa, Yavuz Pekman kurulunuzda yer alıyor.  

Vakfımız ve etkinlikleri giderek büyüyen ilgi ve heyecan yarattı. 

Tiyatro okullarıyla çalışmayı özellikle önemsiyoruz ve birçok kuruluşla iletişim içindeyiz. Bu hem genelde ikinci planda kalan Türkiye tiyatrosuna ilgi ve merakı artıracak, araştırmalara neden olacak, hem de mezunlara yeni iş alanları yaratacaktır. Nitekim öyle de oldu. Başından bu yana hep yakın temasta bulunduğumuz İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı Eleştiri ve Dramaturgi Bölümü’nden öğrenciler bizimle gönüllü olarak çalışmaya başladılar ve arşivleme, veri tabanı oluşturma gibi alanlarda ciddi aşama kaydettiler. Hatta iki gönüllümüz ustalık düzeyine geldi ve yeni gelenleri eğitiyor. İlk fırsatta onları kadromuza almak istiyoruz. 

Sponsor bulmakta zorlanıyor musunuz?

Tüzel kişiliğimizi kazanmamızın hemen ardından Corona çıkageldi yaşamımıza. Bu da bizi çok etkiledi tabii, özenle hazırladığımız sponsor dosyaları elimizde kaldı. Ama yılmadık, yılmıyoruz; yurtiçi ve yurtdışına birçok başvurumuz var; özellikle yurtdışı için yeni proje hazırlığı içindeyiz.

Planlarınız arasında retrospektif sergi ve uluslararası müze sempozyumu, dijital İstanbul haritası, dijital veri tabanı oluşturma, azınlık tiyatroları, konuşan fotoğraflar gibi çalışmalar yer alıyor. Bunları gerçekleştirebildiniz mi?

Tüm hazırlıkları yapılmış olan retrospektif sergimizi Corona nedeniyle ertelemek zorunda kaldık. Uluslararası müze sempozyumu bu gidişle zoom’dan olacak galiba ama henüz bir karar alınmadı. Çok katmanlı ve kapsamlı olan Dijital İstanbul haritası 3-4 yıl sürebilecek bir çalışma, ilk ayağı sonlanmak üzere. Konuşan fotoğraflar ile sözlü tarih çalışmalarımız ne yazık ki salgın yüzünden durdu ama arşivleme ve dijital veri tabanı sürmekte ve bayağı yol aldık.

“Kulis: Hagop Ayvaz” sergisi kapsamında gerçekleştirdiğinizi etkinlikleriniz göze çarpıyor. Bu kapsamda etkinliklere devam edecek misiniz?

Galiba iki ayrı etkinlik alanı medyada biraz karıştırılıyor: Biz hem ortağı olduğumuz sergi kapsamındaki etkinliklere katılıyoruz hem de TTV olarak kendimiz birçok söyleşi, atölye vb. düzenliyoruz. Örneğin “Tiyatro mekânı yalnızca bir bina mıdır” adlı söyleşi sergiyle bağlantılıydı oysa Türkiye tiyatrosuyla ilgili “Tarih Konuşmaları”, “Toplumsal Cinsiyet Konuşmaları” veya “Ustalar Ustalarını Anlatıyor” gibi sohbetleri, “Çocuk atölyeleri”ni doğrudan biz düzenliyoruz.

Etkinliklerimiz Haziran sonunda dek sürecek. Önümüzdeki dönem bunlara yenileri ekleneceği gibi sergi, sempozyum gibi projeler üstünde çalışmaktayız.

Sizi pandemi sebebiyle çevrimiçi takip edebildiğimizde farklı başlıklar altındaki etkinliklerinizi görüyoruz. Onlara ilgi nasıl? Mayıs ayında “Aşod Madatyan” ve “Absürd Tiyatro Kanonu: Kadın Oyun Yazarları ve Politika” başlıklı konuşmalar sanırım tüm ilgililere açık ve ücretsiz. Öyle değil mi?

Çocuk atölyeleri ile seminerler dışındaki etkinliklerimiz herkese açık ve ücretsiz. 

Canlı yayınlara ilgi ne çok fazla ne az. Ancak sitemizde youtube’a yüklendikten sonra izleyici sayısı çok artıyor. Galiba insanlar zamanı ayarlayamıyor, bu bakımdan videoyu sitede tutmak yararlı oluyor.

Geçmişi geleceğe bağlayacaksınız, ne güzel! Çok teşekkürler.

İlginiz için ben teşekkür ederim.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir