“Kahraman olmak kan dökmemek değil, kimin kanını dökeceğini çok iyi bilmektir.” (Sayfa 152)
Dikkat! Bu inceleme yazısı kitabı okumayanlar için sürpriz bozabilecek parçalar içerir.
Televizyon dizilerinden de tanıdığımız sinema oyuncusu Nursel Köse’nin pandemi döneminde gezdiği yerler, ülkeler ve aslında daha çok yemek kültürleri hakkında yaptığı çalışmaları anlattığı 5. Kan, Nemesis Kitap etiketiyle okurunu bekliyor. 208 sayfalık bu kitabın önsözünde Köse, şair Matthias Claudius’tan alıntıladığı “İnsan seyahat ederse, anlatacağı bir şeyleri olur,” sözünden yola çıkarak, dünyayı gezip keşfedecek kadar şanslı addediyor kendini. İşte bu kitap da insanın sosyalleşmesinin sekteye uğradığı pandemi sürecinde, Köse ve eşinin şansı ve keşfi sonucunda çıkıyor ortaya…
5. Kan; var olan dört kan grubunun dışında beşincisinin peşinde sırlarla ve şifrelerle, Kaş’taki bir dağın eteğine gizlenmiş mağara laboratuvarında maceradan maceraya koşarak, göçmen teknelerinden gökdelenlerdeki laboratuvarlara, ölümlerden ölüm beğenerek, zehirlerden zehir dileyerek, yeraltı şehirlerinden Midilli’ye, Bristol’den İtalya’ya, Hindistan’dan Türkiye’deki Yılanlı Dağ’a uzanan bir yolculuğun hikâyesi. Bu kitapta bizi hipnozlarla birlikte verilen telkinle uyutulan ve müzikle doyurulan insanlar karşılıyor. Masallar ve elbette doğa kahramanımız oluyor. Hikâye ilerledikçe beşinci kan çeşidinin insanlığa sunulan en iyi formül ve bunca zamandır asıl ihtiyaç duyduğumuz şey olduğu inancına karşı koymak zorlaşıyor. Bununla birlikte hikâye boyunca iyinin açgözlülük ve ihtirasla mücadelesi eşlik ediyor bize. Ve neyse ki iyi yine kazanıyor. En azından kitaplarda hâlâ her şey yolunda… Burada aklıma Michael Ende’in ünlü romanı Momo’dan sonra en sevdiğim kitabı Dilek Şurubu geliyor. Bir yerlerde karşılaşacağımdan emin şekilde notlarımı karıştırıp şu alıntıyı buluyorum: “Her şey gece yarısına kadar olup bitmeliydi, yılbaşı çanları çalıp, gelecek yıl başlamadan Dilek Şurubu hazır olmalı, dilekler dilenmeli… Yoksa… Yoksa sihirli şurup etkisini kaybeder, her şey tersine işlerdi…” Kitaplardaki dünyamızda her şeyin mümkün olma sınırsızlığı ne müthiş ama… 5. Kan’a dönersek, bu yolculuk aynı zamanda dünya halklarının zengin fakir demeden bütün doğa nimetlerinden adil olarak faydalanmaları gibi kutsal bir amaçla kurulan ve büyük bir aile aktarımıyla sürekliliği sağlanan “Erguvan Ağacı Federasyonu”nun aşkla örülen geleceğe, mutlak iyinin ve güzelin geleceğine inancı tazeliyor. Bu gelecek temennisine siz de katılmaz mısınız? A bu arada, size Erguvan Ağacı Federasyonu’nu kitaptan bir alıntıyla anlatmak isterim:
“Erguvan Ağacı Federasyonu, daha eski adıyla Judas ağacı. Erguvan bütün kültürlerde önemliydi, bunun sebebi de çok eskiye dayanıyor. Ağacın şifası rengin de şifalı olduğuna inandırmıştı. Roma döneminde erguvan rengi, kararlılığın, gücün ve imparatorluğun simgesiydi. Roma’dan Mısır’a, Sümer’den Pers’e erguvan rengi doğal yollarla üretilebilecek en zor renk olduğu için sadece asillerin rengiydi. İmparator dışında kimsede mor pelerine rastlanmazdı. Osmanlıda da erguvan moru sultanların, padişahların en sevdiği renk olarak bilinir.” (Sayfa 149)
Kitabın hemen başında, önsözden sonra yer alan prologda Köse, keçi ve insanın başrolde olduğu bir vahşi doğa olayını anlatarak, dikkatimizi bir de doğanın bu yönüne çekiyor. Ağacın, börtü böceğin ve hayvanların dünyasından bir kesiti şiirsel bir şekilde anlatarak, biz insanların doğayla olan çıkarcı ilişkisinin öldürücü yönüne de bakmamızı sağlıyor. Burada bir anda aklım haberlere takılıyor. Yine bir yangın haberi. Bir başkasında yine bir başka felaketin göstergesi… Doğa bizden intikamını almaya başlamışken, üstelik bunu kin duygusuyla yapmıyorken, bu kitap ismine bakınca ilk aklımıza düşen ütopik dünyasından uzakta bir yerde, gerçeğe daha yakın duruyor.
5. Kan, bir macera kitabı ama bu macera tam olarak o bildiğimiz anlamına gelmiyor. Burada maceramızın kahramanı kan; yani bildiğimiz kan. İnsan bu hikâyede kendine ancak kanın etrafında bir rol bulabiliyor. Okur olarak biz de buna dahiliz üstelik. Yan karakterlerinde Saniye, Max ve Doktor Krauter’in yer aldığı çalışmanın adı ise “Kan Grubu Beslenme Diyeti.” Kaş’ta bir konakta kurulan laboratuvarda bulunan diyetin formülü önce zengin mutfaklarında uygulanıyor. Kahramanlarımızın araştırmaları sonucunda bulunan ve dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümüne de adını veren aşılama yöntemiyle uygulama alanını yaygınlaştırarak geniş halk kitlelerinin de kullanımına imkân sunması planlanıyor.
“Kan grubu programı obezitenin, ciğer hastalıklarının, kolesterolün, şeker hastalığının, organ yetmezliklerinin, nefes darlığının, alerjilerin, mide hastalıklarının, bağırsak sorunlarının, uzun vadede kanserin bile çözümüydü. Ve elbette bunları yıllar süren çalışmalarında Doktor ve ekibi ispatlamıştı. İşte bu kongre ve aşılama da bunu dünyaya ilan edecekleri geceydi. Yüz gönüllü, üzerinde ismi yazan kapalı paketleri açarak iştahla yemeklerini yediler. Yemekten bir saat sonra aşılanacaklardı. Bu sahne The New York Times’ın manşetine “Son Akşam Yemeğinin İkinci Sahnesi” diye düşecekti, haberin fotoğrafı olarak da yan yana dizilen aşılama kabinlerini kullanacaklardı.” (Sayfa 18)
Ancak işler öyle planlandığı gibi gitmiyor. İlk kullanıcıları aşıdan sonra baş dönmesi, mide bulantısı gibi şikayetlerden sonra nihayet yerlerde sürünüp böğürerek kusma nöbetleri geçirmeye başlıyor. Çünkü bir sabotaj söz konusu. Kimsenin bilmediği ve görmediği bir el, aşılara bir tür zehir enjekte ediyor ve sağlık konusunda bir devrim sayılacak buluşun açıklanacağı gün kana boyanıyor. Ve nihayetinde doktor da zehirleniyor. İçerikteki boru otu hem felç geçirmesine sebep oluyor hem de beyin kimyasını etkiliyor. Bu sırada garip bir şekilde salondaki herkes yerlerde sürünüyor ve insanlar, adı konmayan bir çeşit virüsün etkisinde sağa sola kaçışıyor. Kahramanlarımızın Kaş’taki ilk laboratuvara sığınmasının ardından kitap daha gizemli bir hal alıyor. Mülteci tekneleriyle önce Vatikan, sonrasında da Midilli yolculukları büyük uğraş, korku ve endişeyle sürüyor. Durum bu noktadan sonra artık resmen “kan savaşları” meselesine dönüşmüş durumda. Bu savaş bir tarafta “Kan Grubu Beslenme Diyeti” savunucuları ve diğer tarafta bu teknolojiyi istemeyenlerin mücadeleleri olarak sürüyor. Düşünsenize aşılama sabotaja uğramasa dünya beşinci çeşit kanı tanıyacaktı. Ama konu gelip günümüzün de öncü sorunlarından biri olan mülteci konusuna kadar dayanıyor. Nihayet mültecilerle yolculuk başlıyor; zorlu ve ihanetlerle dolu bir yolculuk…
“Kan Grubu Beslenme Çalışması, Güçlendirilmiş Kan Grupları Projesi dünyaya açıklandığından beri hatta açıklanmadan önce bilim dünyasıyla paylaşıldığından beri senelerdir tehlike altındayız. … Bütün önlemlere rağmen birisi sızmış ve bu sabotajı gerçekleştirmiş olabilir. Çin mafyasından İtalyan’ına, Amerika sanayisinden Avrupa ilaç sektörüne kadar herkesin gözü bu projenin üstündeydi. En kolay yol, birbirimizi suçlamak. Oysa birbirimizden başka kimsemiz yok. Sırt sırta verip kaybettiklerimizi geri almalı, gerçek suçluları da adalete teslim etmeliyiz.” (Sayfa 60)
Yolculuk boyunca kahramanlarımız kendi dertlerinden sıyrılıp, mültecilerin insani dertleriyle ilgileniyor. Onların gelecekle ilgili sıkıntılarını dert ettiklerini gözlüyoruz. Kahramanlarımız mülteci teknesinden bilinmeyen bir adaya çıkartıldıkları sırada yazar, bizi İstanbul Emniyeti’nde bir odaya götürüyor. Aşılama gecesi tam olarak ne olduğunu öğrenemesek de yazarın o gece olanlar hakkındaki görüşleri, okurun düşüncesine bir giriş oluşturuyor. Midilli’deki şapelde dostlarıyla karşılaşan kahramanlarımız, işlerinin göründüğünden de zor olduğunu rahiplerin anlatımından öğreniyor.
“Durum umduğumuzdan daha karışık. Aramızdan birileri ihanet etti. Tahmin ettiğimizden daha tehlikeli her şey. Kimseye güvenmemelisin.” (Sayfa 74)
Ancak burada da kahramanlarımızın üstüne yıkılan yeni cinayetlerle terslikler devam ediyor. Kendileri de aralarındaki hainin kim olduğunu sorgularken birbirlerini incitiyorlar artık. Oysa Doktor’un düşüncesine göre bu çağ, hastalık çağı ve insan stres altında kalınca kaçınılmaz tepkilerinin kurbanı olabiliyor. “Herkes kendi cehenneminde korkularıyla ve zayıflıklarıyla yüzleşiyor.” (Sayfa 27) Bu yüzleşme, iyilerle kötülerin savaşı, ihanetler, katliamlar ve cinayetlerle sürüp giderken, baştan beri olayları dikkatle izleyen emniyet güçlerinin sıkı takibiyle Manisa Yılan Dağ’da şimdilik son buluyor. “Şimdilik” diyorum çünkü biz okurlar kitapta, bir taraftan gözlerini para ve kâr hırsı bürümüş ilaç firmalarının, insan sağlığını hiçe sayan bitmeyen kanlı mücadelesine tanıklık ederken, bir taraftan da içinden geçmekte olduğumuz sağlık kaosuna da odaklanıyor ve bu kaousun giderilmesine dönük olumlu çabaların yetersizliği karşısında endişe duyuyoruz. Kitap bu anlamda doğanın bütün dengesini altüst eden kapitalist sistemin neden olduğu sağlık sorunlarına dikkat çekerken, bu sistemle mücadele etme gayretinde olan insanları hedef alan tehditler konusunda da uyarı niteliği taşıyor.
Ben gittikçe netleşen dünya ve karmaşıklaşan hayatımda bu düşüncelerle kapatıyorum 5. Kan’ın kapağını. Bakalım siz neler gözlemleyeceksiniz?
*
Künye:
5. Kan
Nursel Köse
Nemesis Kitap
208 Sayfa
Ne güzel bir inceleme olmuş. Kitabı edinmek istedim şimdi