Ben Yahya Kemal hayranıyımdır. Yani Nâzım Hikmet’e ne kadar hayransam Yahya Kemal’e de o kadar hayranımdır. Bir gün Park Otel’de kafayı çekiyorum. Belki bu adam -Yahya Kemal- beni tanır, diyorum. Önünden geçmiyorum, o devamlı bir yerde oturuyor, arka taraftan kaçıyorum. Bir gün Yakup Kadri kolumdan tuttu, “Bak seni üstatla tanıştırayım. Biz beraber oturuyoruz, sen gene kaçıyorsun.” dedi. Yakup Kadri’yi çok iyi tanıyorum tabii. Oturdum. Yarım saat geçti, ben de sohbete karıştım biraz, roman konuşuyorlardı. “Sen kimsin be?!” dedi. Oysa Yakup Kadri tanıştırmıştı. “Efendim ben röportaj yazarıyım. Adım da Yaşar Kemal.” dedim. “Aziz Yaşar Kemal!” diye ayağa fırladı. “Sen 412 sayfa roman değil, şiir yazdın.” (İnce Memed kastediliyor.) dedi. O zaman 412 sayfaydı. Döndü Yakup Kadri’ye, yüklenmeye başladı. Hoşuma gitmedi ama büyük üstadın karşısında da konuşmak istemiyorum. Elim ayağım birbirine dolaşıyor. En sonunda “Üstat bana bir müsaade edin. Üstada -Yakup Kadri’ye- fazla yüklendiniz siz.” dedim. “Siz biliyorsunuz değil mi Rus edebiyatını? Çok iyi biliyorsunuz. Çünkü ‘Acı’ diye bir yazı yazmıştınız. ‘Acının Tadı’ yahut da.” Evet; 1922’de yazdım, dedi. “Nasıl bozkırdan gelmişse büyük Rus romanı. Türk romanı da, Türkiye’nin romanı da Anadolu’dan gelecek demiştiniz.” dedim. Bir şey sormak için sordum bunu efendim, dedim. “Dostoyevski bütün Rus romanının Gogol’un kaputundan çıktığını söyler.” Yahya Kemal da “Evet, tabii biliyorum evladım.” dedi. “Biz de her iki anlamda yabandan geldik.” dedim. Yakup Kadri de “Bak Kemal benim çocuklarım nasıl bana değer veriyor. Yabandan gelmiş onlar. Her iki anlamda hem de. Anadolu’nun yabanından, benim de kitabımdan.” dedi.
Anadolu yabanıllığını, “yaban”ını en iyi anlatan yazarlarımızdan Yaşar Kemal’in edebi yolculuğunu belki de en iyi Kemal’in kendi anlattığı bu anı ortaya döker. Öyle ya; 1923’te Osmaniye’nin Hemite ilçesi gibi halk kültürü ile, doğayla iç içe bir yerde dünyaya gelmiştir. Sözlü edebiyatın, sözlü kültürün gırla gittiği bu bölgede halk kültürü geleneğinden beslenerek büyür Yaşar Kemal. Çukurova’yı adım adım dolaşıp mani, türkü, ağıt, tekerleme ve halk hikayelerini topladığında da bu emeğinin karşılığını 1943’te yayımlanan “Ağıtlar” kitabıyla alır.
Yazarın asıl adı Kemal Sadık’tır. 1951’de Cumhuriyet gazetesinde başladığı fıkra ve röportaj yazarlığında ise “Yaşar Kemal” adını kullanır. Hatta bir röportajında şöyle der: “İnsanlara yalan söyledim, adımı değiştirerek kendimi sakladım. Yaşamımda bunun kadar ağırıma giden bir şey olmadı. Benim Kemal Sadık Gökçeli olduğumu bir Abidin Dino, bir Arif Dino, bir de romancı arkadaşım Orhan Kemal biliyordu. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimle karşılaştım bir gün Adana’da. Yahu Kemal, dedi bana, çok iyi bir yazar var Cumhuriyet’te kimdir acaba? Yaşar Kemal’i övdü. Ona bile o yazarın ben olduğumu söyleyemedim.”
Ailesi 1915 Rus işgali nedeniyle Van’dan göçen Yaşar Kemal’in babası çiftçi Sadık Ağa, annesi Nigâr Hanım’dır. Hayatın kasırga gibi sert taraflarıyla çok erken yaşta tanışır: Henüz dört yaşına yaklaştığında bir kurban kesimi sırasında akrabasının elinde bulunan bıçağının gözüne gelmesi nedeniyle sağ gözü kör olur. Dahası, biz İstanbul’da doğup büyüyenlerin ancak okuyup bir yerlerde duyduğu o kan davası “geleneği”nin de bizzat sürüp gittiğine şahit olur. Küçük yaşlarda babası ile birlikte camide namaz kılarken babası, gözünün önünde öldürülür. Yazmaya, okuma, ufkunu genişletecek çevrelere girip çıkmaya ise hiçbir şey mani olamaz.
Babasının ölümü üzerine maddi durumları sekteye uğrar. Adana’da ortaokulu yarım bırakır, 1950’ye kadar envaiçeşit işte çalışması da bu dönemlere rastlar. Ayakkabıcı çırağı olur, arzuhalcilik yapar, tarım işçiliğinde alnının teriyle kazanır parasını ve bunun gibi 40’a yakın işte bulunur. Daha buraya kadarki hikayesinden dahi anlaşılır ki; o insanın içini ısıtan, herkesi kucaklar gibi bir ifadeye sahip gülüşünün ardında sert, gerçekten haşin hadiseler yaşamıştır.
Her şeye rağmen hayatı yaşamaya; hakkaniyetli, eşitlikçi, adil, özgür bir şekilde yaşamaya ise her zaman meyillidir. Yaşadığı tüm acı, tatsız olaylar bir yana, herhangi bir videosunu şöyle bir izleyin. Konuşma şeklini, halini bir görün. Onda insanın içini ısıtan, ilk eserlerinden birine adını verdiği “Sarı Sıcak” bir etkiyi kaçınılmaz olarak görürsünüz. Yaşar Kemal 1944 ila 1946 arası askerlik görevini sürdürür. Askerlikten hemen önce çalıştığı bir kütüphane vardır ki hem sanatçılarla tanışmanın hem de kitaplarla iç içe bir hayatın kapıları daha çok aralanır burada: Adana Halkevi Ramazanoğlu Kütüphanesi. Çocuk yaşta cezaevi deneyimi olduğundan bir solcu olarak iş bulması kolay değildir. Dönemin Adana Halkevi Başkanı Dr. Kemal Satır’a giden Yaşar Kemal’e talih güler. Adana’da otuz bin ciltlik kitap koleksiyonu olan Ramazanoğlu Kütüphanesi o dönem çok yoğun bir şekilde kullanılmaz. Kemal’e de kütüphanede çalışması için bir memuriyet verilir. Hatta kendisini içinde bulunduğu geleneğin yazarı olan Homeros’u da ilk kez burada okur. Yazara kalması için de bir oda verilir üstelik. Odayı gündüzleri iş, akşamları ev olarak kullanan romancı kütüphaneye okuyucu olarak gelen Orhan Kemal’le de tanışır ve daha sonra iki iyi dost olurlar…
2 senelik askerliği 1946’da bitince soluğu İstanbul’da alan Yaşar Kemal burada bir havagazı şirketinde kontrol memuru olarak görev yapar. Osmaniye ilçesi olan Kadirli’ye geri döndüğünde ise yıl 1948’dir. Belki istediğini henüz alamaması, belki doğup büyüdüğü toprakları özlemesi, belki de mecburiyet ile açıklanabilir Osmaniye’ye dönüşü.
1950’de Adana Kozan Cezaevi’nde 3 – 4 ay hapis yatma nedeni ise o devrin diğer birçok yazarı, sanatçısıyla aynı kaderin bir parçasıdır: Cezası, komünist bir parti kurma teşebbüsü ile gerekçelendirilmiştir. 3 – 4 aylık hapis sürecinin ardından ertesi yıl, kütüphanede tanıştığı dostu Orhan Kemal ile bu kez bir iş kurmaya niyetlenir ve soluğu tekrar İstanbul’da alır. İş olmayınca Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen ve röportaj yazarı olarak ekmeğini kazanmaya başlar. Kemal’in Cumhuriyet’te çıkan ilk yazısı ise 3 Temmuz 1951 tarihlidir. Diyarbakır’daki göçmen köylerini gezdiği sıradaki izlenimlerini aktardığı bu yazının kısa bir parçasını kelimesi kelimesine aktaralım:
“Yaz ayları… Diyarbakır ovasının o insanı yakıp kavuran sarı sıcağı… Kuşlar bile dökülüp kalıyorlar sıcaktan. Sivrisinek bulut misali. Su yok. Ambar çayının üstüne çeltik ekmişler. Çeltiğin ayakları çaya dökülüyor. Su, bu sebebden, sarı, zehir gibi akıyor. İçen bir daha doğrulamıyor. Gitti gider! Başka da su yok. Kuyuların suyu var ya, o daha kötü. hem de kuruyor. Hastalanmadık kimse kalmıyor göçmenlerden. Geldiklerinin birinci ayında 120 can veriyorlar kara toprağa. Herkes hasta, köy ıpıssız. Ölüleri bile kaldıran yok. Evlerde kokup kalıyorlar. Birinde iki gündür gömülemiyen bir ölüyü, köye yolları düşen iki ilkokul müfettişi defnediyor.”
İnce Memed’e doğru gelirken Yaşar Kemal’in yalnız doğup büyüdüğü yerleri değil, ülkemizin birçok bölgesini de gördüğünü, köylü halkın yoksulluğuna, göçmenlerin sorunlarına tanık olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Ekmeğini kazandığı Cumhuriyet gazetesinde eserlerinin en büyüğü İnce Memed de tefrika edilmeye başlar. Türkiye’de en çok okunan romanlardan, hatta kitaplardan biri olan İnce Memed 4 ciltlik devasa bir eserdir. 1955 Varlık Dergisi Roman Ödülü’ne layık görülen İnce Memed serisi 1955’te başlar, son cilt 1987’de yayımlanır. Üç cildini okumuş biri olarak; Toroslardaki bir destan kahramanının anlatıldığını söyleyebilirim eserde. Yabancı dillere de çevrilen, 30’u aşkın ülkede yayımlanan İnce Memed dünyanın da en tanınmış 100 romanı arasındadır.
Uğradığı haksızlıklar sonucunda eşkıyalığa soyunan İnce Memed karakterinin serüvenlerinin anlatıldığı eserin tamamlanması oldukça uzun sürdüğünden, yazar serinin diğer kitaplarında İnce Memed ile beraber toplumun dönüşümünü de göstermektedir. İnce Memed’in karşısında haşin mi haşin ve acımasız toprak sahipleri vardır. Serinin birinci cildi 1924 ile 1933 arasında geçmekte olup ilk kitapta Cumhuriyet rejimine düşman yönetim kadrolarını da görebilirsiniz. Yaşar Kemal’in edebiyatındaki lirik coşkular, tamamlayıcı bir öge olarak doğa, epik unsurlar İnce Memed’de sık görülür. Konur Ertop da şöyle der:
“Yaşar Kemal ‘İnce Memed’ dizisiyle Anadolu halkını tarihten gelen uygarlık, kültür birikimi içinde yansıtmış, dirliğini zorlayan gerçeklikleri, güncel sorunları iç içe ele almıştır. Yapıtın bütününü izleyen okur bu görkemli panoramayı ayrıntılarıyla görecektir.”
Dünyanın dört bir yanında bilinen İnce Memed beyaz perdeye de aktarılmıştır. Yaşar Kemal’in dostu Fuad Kavur’un da yönetmenliğini üstlendiği 1984 yapımı film Londra’da gala yapmıştır. Tıpkı, yazının başında verdiğim Yahya Kemal anısı gibi “yabandan” gelen bu roman hakkında yazılan sayısız haber, araştırma bulunmaktadır.
Mutlaka okunması gereken Türk romanları arasındadır, diyerek ilerleyelim. Artık 1946’da “Pis Hikaye” ile edebiyat camiasına giriş yapmış olan Yaşar Kemal İnce Memed ile beraber çok daha geniş bir kitleye ulaşmış ve rüşdünü ispat etmeyi başarmıştır. 1955’te “Teneke” adlı eserinin de yayımlandığı Yaşar Kemal burada ezen – ezilen, ağa – köylü çatışmasını olağanca gerçekliği ile verir. Çeltik ağalarına karşı mücadele veren köylülerin anlatıldığı Teneke’de bir trajikomiklik de vardır: Köye yeni gelen idealist kaymakam, yanında olduğu köy ahalisinin yaşam biçimini, Anadolu’yu yeterince tanımadığından oldukça müşkül durumlara düşer.
“Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı Ortadirek 1960’da yayımlandığında ise henüz Türkiye İşçi Partisi’ne girmesine 2 yıl vardır. Arka fonda Çukurova’nın yer aldığı Ortadirek yaz sonunda pamuk toplamak adına Çukurova’ya giden köylüleri anlatır. Yöre ağzının olağanca gerçekliğiyle aktarıldığı eserde batıl inanışlar da yalın bir dille gözler önüne serilir. İşte köylülerin Çukurova’ya pamuk toplamak için teptikleri yolun hikayesidir Ortadirek.
1962’ye geldiğimizde ise bu defa Yaşar Kemal’i Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) görürüz. Parti 1962’de kurulduktan sonra siyasette yön belirleme gücüne sahip olacak kadar da etkiliydi. Özellikle 1965 seçimlerinde aldığı yüzde 3’lük oy oranı ile parlamentoya 15 milletvekili göndermeyi başaran TİP yakın tarihimizde, solu heyecanlandıran önemli bir devreyi ifade eder. İşte böyle bir dönem ve partide siyaset yapmış olan Yaşar Kemal TİP adına radyo konuşmaları için de seçilen isimler arasındadır. 1969’da istifa edene dek Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği görevini sürdüren yazarın dünyanın dört bir yanına çok fazla seyahati de bulunur. Nâzım Hikmet ile Paris’te görüştüğünde sene 1963’tür örneğin. 1964 – 65’te Bulgaristan ve Sovyetler birliğine gider. 1973’te yine Sovyetler Birliği’nde Asya – Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne katılan Yaşar Kemal; 1976’da Yaşar Kemal Gecesi’ne iştirak etmek için Paris’e yol alır. ABD’den Belçika’ya kadar birçok ülkede seminerlere katılan romancı başarılı bir şekilde dünyaya entegre olmayı bilmiştir.
Dünyada ve ülkede gördükleri, bu noktada emekten, işçiden, sömürülenden yana olan tavrı onun Ant dergisinin kurucuları arasında olmasını da sağlar. Fethi Naci, Doğan Özgüden ile beraber kurduğu Ant dergisinin ilk sayısı 3 Ocak 1967’de çıkar. Ant yayınevinin çıkardığı “Marksizm Temel Kitabı” da onun 18 ay hüküm giymesine neden olur, ancak karar daha sonra bozulur.
1970’lerin sonuna doğru “Üç Anadolu Efsanesi”, “Ölmez Otu” gibi eserleriyle edebiyattaki yerini pekiştiren Yaşar Kemal eşi Thilda Hanım ile beraber 12 Mart 1971’de 1 aylık süren bir gözaltı da yaşar. Yaşar Kemal’in 50 küsur yıllık eşi olan Thilda Kemal yazarın on yedi romanını da İngilizceye çevirmiştir. 2001 yılında aramızdan ayrılan Thilda Hanım’ın kaybı edebiyat dünyasının bir yası olmuştur. Osmanlı padişahı Abdülhamid’in başhekimi olan Jack Mandil Paşa’nın torunu Thilda Kemal İngilizce, Fransızca, İspanyolca bilen ve çevirileriyle İngiltere’de de ödül kazanan önemli bir kültür insanıydı.
Daha sonra hayatını bir iş kadını, eğitmen Ayşe Semiha Baban ile birleştiren Yaşar Kemal hayatının sonuna kadar da Ayşe Hanım ile birlikte olmuştur. Kemal’in ölümünden 1 yıl sonra, 2016’da ise Ayşe Semiha Baban, Zülfü Livaneli gibi isimlerle Yaşar Kemal Vakfı‘nı kurar.
Çevirilerden söz etmişken, Nâzım Hikmet’in eşi Münevver Andaç da Yaşar Kemal’in İnce Memed 3 eserini Fransızcaya çevirmiş ve bu çevirisiyle Fransız Çevirmenler Derneği Çeviri Büyük Ödülü’nü kazanmıştır.
Müthiş bir üretim kabiliyeti ile 40’tan fazla kitaba imza atmış olan Yaşar Kemal Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucuları arasında ve ilk başkanıdır. Ödülleri ve kazandığı teveccüh ile de Anadolu’nun yabanılından gelip dünyaca ünlü bir yazar olduğunu defalarca ispatlamış, Türkiye romanının yabandan geleceği hususunu fevkalade başarılı bir şekilde sürdürmüştür. Uluslararası Del Duca ödülüne 1982’de layık görülmüştür mesela. 1984’te ise Mitterrand tarafından kendisine Legion d’Honneur nişanı takılır. İlerleyen yıllarda Strasburg Üniversitesi’nde kazandığı doktora pâyesini Almanya’nın Nobel’i sayılan Alman Kitapçılar Birliği Ödülü takip eder. 2000’lere gelirken de milenyum çağı denilen yüzyılı Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat Ödülü ile karşılar.
Yaşar Kemal’in şiirle küçük yaşlarda ilgilenmeye başladığı bilinir. Öyle ki ilk şiiri “Seyhan” Adana Halkevi’nin bir dergisinde yayımlandığında yıl 1939’dur. Daha sonraki Varlık, Ülkü, Millet gibi dergilerdeki yazılarını Yeni Adana, Vakit, Türksözü gibi gazetelerdeki yazıları takip eder. 1988’de PEN Yazarlar Derneği Başkanlığı görevini de üstlenen Yaşar Kemal hayatın zorlu, çetin şartları altında giderek büyüyen bir romancıya, yazara dönüşen o isimlerdendir. Hatta Tolstoy, Çehov, Dostoyevski gibi yazarlarla beraber John Steinbeck’ten de oldukça etkilendiği bilinir. Nobel ve Pulitzer ödüllü Steinbeck’in de özellikle “Bitmeyen Kavga” iki yazarın da geldiği yerler, tanıklıklarını bir romana dönüştürmeleri gibi noktalar açısından müthiş paralellik gösterir.
Nobel demişken; Yaşar Kemal Nobel’e de 1973 sonrası aday olarak gösterilir, ancak kazanamaz. Bununla ilgili yazarla şahsen tanışıklığı olan İlber Ortaylı’nın sözleri çok enteresan: “Yaşar Kemal artık Türkiye’de bulunmayan bir yazar tipi. Gözlemi çok önemlidir, onun 1940’lı yılları anlattığı ‘Bu Diyar Baştan Başa’ kitabı az okunuyor, nefis bir kitaptır, yeni bir baskısını bile görmüyorum. Türkler de okumayı bilmiyor Yaşar Kemal’i. Yaşar Kemal edebiyat, kültür yapıyor, bugünkü medyayı ve ucuz siyasi hareketleri tatmin edecek bir yazar değil, onlar için önceliği yok ve bu yüzden de Nobel alamadı, çok açık.”
Evet, edebiyatımızın çınarıdır Yaşar Kemal. Ona neden çınar diyoruz ve demeliyiz peki? Toprakla göğü, geçmişle geleceği birbirine bağladığı için. Öyle ki onun romanlarında her daim sosyal meseleleri görebilmekle kalmayız, o bize Anadolu’nun iyi ve kötü, yüksek ve düşük yanlarını da içeriden bir yaşayıcı olarak aktarır. 1923’te Çukurova’ya oldukça yakın olan Osmaniye’nin Hemite ilçesinde dünyaya gelmesi, birçok romanında da bize Çukurova halkını anlatmasının yolunu açar. Ama okuyucu belki içten içe belki aleni olarak bilir ki, anlatılan Anadolu’nun hikâyesidir. Aday gösterilmesinden sonra ödülü neden alamadığına yönelik sayısız yorumun yapıldığı Nobel bir yana; Fransalardan, Almanyalardan en yüksek dereceli ödül ve nişanları kazanır. 2015 yılında göçüp gittiğinde ise ardında uzun ve kıymetli bir maraton ve bu maratonda peyda olan büyük eserlerini bırakır. Yakın zamanda Zülfü Livaneli’nin arşivinden paylaşılan “Aklın Yolu” adlı programda da Zülfü Bey soruyor, Yaşar Kemal yanıtlıyor. Keyifle izlenebilir, dinlenebilir:
[…] Yaşar Kemal’in İnce Memed romanının üçüncü cildini çevirerek Fransa’da Büyük Çeviri Ödülü kazanan Münevver Hanım, Nâzım’ın yeni aşkıdır. Bu nedenle hapisten çıktığı gibi Pirâye Hanım’dan ayrılan şair, kendini Andaç’ın kollarında bulur. Şairin dayı kızı olan Münevver Andaç ile Kadıköy’de yaşamaya başlayan Nâzım Hikmet’in tek öz çocuğu da Münevver Hanım’dandır. Çiftin 26 Mart 1951’de dünyaya gelen oğlu Mehmet hakkında oldukça kısıtlı bilgilerimiz bulunmaktadır. Şairin “Anası bir oğlancık doğurdu bana; Kaşsız, sarı bir oğlan, masmavi kundağında yatan bir nurtopu, üç kilo ağırlığında.” diye bahsettiği oğlu Mehmet Nâzım Bey’in daha sonraları babasına karşı duyduğu hayal kırıklığı ise her daim sürer. Babaannesi gibi ressam olan Mehmet Nâzım’ı 14 Ekim 2018’de Paris’te kaybettik. […]