Neşeli üslubuyla ve farklı kültürleri buluşturduğu çocuk ve gençlik kitaplarıyla sevilen Hacer Kılcıoğlu’nun yeni kitabı “Bas Pedala Luna” Günışığı Kitaplığı etiketiyle raflardaki yerini aldı. Ada Demir’de bu vesile ile Hacer Kılcıoğlu ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdi.
–Diğer kitaplarınızda olduğu gibi günümüz çocuklarıyla ebeveynleri arasındaki ilişkiye dair ilginç bir örnek sunuyorsunuz. Luna ve annesi arasında her ne kadar arkadaşça bir yakınlık olsa da tatlı sert bir iletişimleri var. Bugünün çocukları ve ebeveynlerini göz önünde bulundurunca bu ikilinin dünyasını nasıl yorumlarsınız?
Kitabımızda Luna ve annesi ortak bir tutkuda buluşmayı başarmışlar. Onlar bir takım ama kaptan anne. Doğru ve sevgi dolu bir ilişki onlarınki. Elbette her ebeveyn çocuğunu sever ama sevgiyi de iyi yönetmek gerekir. Ebeveyn, sevgisinin sınırlarını hizaya sokamaz, çocuğunun yerine yaşamaya başlarsa evlat anne baba rolleri karışırsa, işte o zaman ilişki şaşı bir hal alır. O beni incitmeden ben onu inciteyim aşamasına bile gelir ki, çok tehlikeli. O yüzden bu çok narin ilişkiyi özenle yürütmek gerek.
–“Bas Pedala Luna”da geçen olayların büyük bölümünü Luna’nın tuttuğu günlükten dinliyoruz. Romanın anlatımında günlüğü merkeze almanızın özel bir nedeni var mı?
“Her şeyi yazmalısınız,” der Çehov. Yazarak kalbimizin hassas noktalarındaki duyguları tanımlar, düşüncelerimizi düzene sokar, hafifleriz. Ne var ki günümüz çocukları yazmayı külfet görüyor, günlük tutmayı demode buluyor. Oysa edebiyatta günlük yazıları, sözlü tarihin yazlı tarihe dönüşmesi adına çok kıymetli. Kitabımızda ise tamamen teknik bir neden var. Luna’nın gezi anılarını birinci tekil şahıs olarak anlatabilmesi ve geri dönüşleri onun ağzından işitebilmemiz için günlükler kullanıldı.
–Luna bisiklet turu boyunca çevresindeki her şeyle ve herkesle yoğun ve etkili bir iletişim içinde… Bir önceki romanınız “İyi Günler Eczanesi”ni incelediğimde bu vurgu orada da gözüme çarpmıştı. Çocukların ve gençlerin çevrelerinde olup biteni anlamlandırabilmesi için “iletişimin” nasıl bir önemi var?
Büyümesi yasaklanmış çocuklar var hayatta. Sevgi adına çocuğunun sorumluluklarını kendi üstüne alıveren ebeveynler başarıyor bu durumu. Oysa sevgi bu değil. Fokur fokur kaynayan hayatın içinde kendi kimliğini bulamazsa bir çocuk vah vah. Luna bu anlamda çevresindekilerle iletişimi başarmış, hayatı öğrenmiş şanslı çocuklardan.
–Luna ve Niko arasında -farklı kültürlerden olmalarına rağmen- hızla gelişen bir arkadaşlık var. Çocuklar arasında kurulan ilişkilerin yetişkinlerinkine göre daha hızlı ve kolay oluşunu neye bağlayabiliriz? Önyargısızlık önemli bir etken olabilir mi?
Çocuk şöyle bir şey. Zürafa diyorsunuz, ormanın gökdeleni o, diyor. Zürafanın kalbi altı kiloymuş, diyorsunuz, ayy ne güzel çok aşık oluyordur, diyor. Çocuk hayatı kolayca anlar ve basitçe yaşar. (Hayatı onlar için karmaşıklaştıran biziz belki de.) Çocuk oyun oynarken kendisini izleyen var mı, diye bakmaz, yalnızca oyun oynar. Çocuk hayatı ve insanları o saf çocuk kalbiyle sever. Evet, önyargısızdır çocuk. Ve dünyanın neresinde olursa olsun çocuk çocuktur. Luna ve Niko da kolayca anlaştı.
–Kitabınızın bir yerinde “Yola çıkmak, kaybolmayı göze almaktır,” diye yazıyorsunuz. “Yola çıkmayı” ve “kaybolmayı” biraz açabilir miyiz? Bu açıklamayla ilişkili olarak çocuklar ve gençlere önerileriniz olur mu?
Yaşam tercihlerden oluşur. Görmek de, görmezden gelmek de sizin tercihiniz. İnsanın önünde en büyük engel kendisidir. Ya hayatın konfor alanından çıkıp, bilinmeyene yol alır, hayatı öğrenirsiniz, ya da bitki gibi yalnızca nefes alır, bunu yaşamak sanırsınız. Yola çıkmak yaşamaktır. Yaşam eylemlerle değer kazanır çünkü. Yol sınavdır, yol savaştır. Yolun sonunda yenilgi de, kaybolmak da var ama o yola çıkma deneyimidir bizi biz yapan. İç dünyamıza yolculuk da başka bir yolculuk biçimi elbette. Haydi yola çıkın, derdim gençlere.
–Modern çağın hızlı arabalarına karşı efora, kas gücüne dayanan bisikletler evrenimiz için çok anlamlı bir noktada duruyor. “Süslü Kadınlar Bisiklet Turu” size nasıl bir ilham oluşturdu?
Ben çocukken ailede yalnızca erkek çocuklara bisiklet alınırdı. Benim ailemde abime bir bisikleti olsun ister mi diye soruldu. “Yüz lira mı, ben o paraya yüz tane kitap alırım,” diyen bir abim vardı. Dolayısıyla ailede hiç bisiklet olmadı ve ben bisiklete binmeyi öğrenemedim.
Yıllar sonra Sema Gür ile kesişti yollarımız. Çocukken bisikleti olmuş ya da olmamış kadınlara, haydi süslenip bisiklete binelim diyen, ülkede ve dünyada bir kadın hareketi başlatan bir çılgın kadın. Çılgın kadınları severim. Bisikletçilerle ilgili kitabım “Bas Pedala Luna”yı yazarken de Sema’nın ve bu yiğit kadın topluluğunun olmasını istedim. Hatta Sema’yı ana karakterlerden biri yaptım. Umarım armağan olmuştur onlara.
Tüm bisiklet sevdalılarına selam olsun.
Röportaj: Ada Demir
İlk yorum yapan siz olun