Fotoğrafçı ve Yönetmen Erhan Karaca ile yeni kısa filmi “CODE RED” üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: İdil Güney Şimşek
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Erhan Karaca kimdir?
İki farklı hikayeden bahsedebilirim. 15 yıl müzisyen olan ve sonrasında, şu an yönetmen ve fotoğrafçı olan Erhan. 29 Mart 1987’de İstanbul’da doğdum. Kocaeli Üniversitesi Sinema TV bölümünde eğitim gördüğüm sırada müzisyen olarak kendimi hayal ettiğim yola girdim. O yolda ilerlemeye başladım. Tabii okulumu yarıda bıraktım. Kendi grubum ve onun dışında yurtdışından pek çok grupla çalışma fırsatım oldu. 20 kadar ülkede pek çok kez turne yaptık. Birbirinden farklı İspanyol, Alman ve son olarak Norveçli bir grupla çalıştım. Aynı dönemde sokak fotoğrafçılığına ve videoya ilgim arttı. Konserlerim dolayısıyla çok geziyordum ve elimde hep bir kamera vardı. Bir okulda öğretmen olarak çalışıyordum, turnelerim oluyordu, bir de etkinlik ve sosyal medya içerikleri çekmeye başladım. Sonrasında da kısa filmler, klipler ve reklamlarla devam etti. Şu an yönetmen ve fotoğrafçı olarak buradayım. Yeni bir sayfa açtım, sanatın farklı bir alanında kendimi anlatmaya çalışıyorum.
Müzikle ilgilendikten sonra fotoğrafçılığa ve yönetmenliğe karar vermişsiniz. Merak ediyoruz, sizi çeken ne oldu?
Gözlem yapmayı çok seviyorum. Yabancı olduğum bir şehirde, ülkede oturup insanları izlemek; insanların neye nasıl tepki verdiğini görmek bana çok ilginç geliyor. Bunu elimde kamerayla yaptığım zaman da ortaya bir fotoğraf veya video çıkıyor. Aslında böyle başladım. Yaptığım iş sayesinde de pek çok ülkede bulundum. Turnede boş günlerimde çıkıp çekim yapıyordum veya konser öncesi erken çıkıp elimde kamerayla şehri dolaşıyordum. Sonra etkinlik ve sosyal medya içerikleri için talepler gelmeye başladı. Kadıköy Belediyesi’nin sosyal medya sayfalarında yayınlanan “Görmek İçin Yaklaşmalısın – Kadıköy” filmim çok ilgi gördü. Sonrasında ilk kısa filmimi çektim. Uluslararası festivallerde ilgi gördü. Farklı sektörlerde sosyal medya içerikleri çekmeye başladım. Bunu reklam ve müzik klipleri takip etti.
Yönettiğiniz müzik klipleri, reklam filmleri ve kısa filmler var. Hepsinin ruhu başka diye düşünüyorum. Siz nasıl tanımlarsınız?
Kısa filmlerimde tamamen özgün olabiliyorum. İstediğimi istediğim gibi anlatma şansım var ancak klip ve reklamlar için aynı şey olmuyor. Müşteri, marka, prodüksiyon, bütçeler gibi pek çok detay ortaya çıkınca yaratıcılık da sınırlanmış oluyor. Bir yandan da müziğe hizmet ediyorsunuz ve onun sınırları içinde oynamanız gerekiyor. Tabii yine bu sınırlar içinde kendinizi gösterme şansınız da var. Bu açıdan bakınca da hepsi farklı bir challenge.
Geçtiğimiz günlerde izleyicilerle buluşan yeni kısa filminiz “CODE RED” ile ilgili sorulara geçmeden önce 2020 yapımı NO ve NOVA filmlerinizle ilgili paylaşmak istedikleriniz var mı? “NO” pek çok festivalde finalist olarak yer alan, ilk projeniz. Sizin için ayrı bir anlam ifade ediyor mu?
“NO” ne yapabildiğimi görmek istediğim bir filmdi. Hikaye anlatmak, oyuncu yönetmek, film kurgusu, ses tasarımı. Ne kadarını iyi yapabildiğim tartışılır ancak sonunda mutlu olduğum bir iş ortaya çıktı. Alican Karaköse harika bir iş çıkardı. Aklımdaki projeyi anlattım, ne yapabileceğimizi konuştuk ve işe başladık. Hem keyifli hem zorlu bir çalışmaydı. Alican ile uzun zamandır tanışıyorduk ve çok iyi bir enerji yakaladık. O da filme yansıdı diye düşünüyorum. Hikaye çok kez değişti hatta genel hatlarıyla iş kurguda bitti. Bu yüzden filmin son halini almasında da Alican’ın katkısı büyük. İlk filmim olması ve dolayısıyla duyduğum heyecanla birkaç uluslararası festivale gönderdim. Sonucunda birkaç festivalde offical selection ve finalist olarak yer aldı.
“NOVA”daki motivasyonum Sabancı Kısa Film Yarışması’nın “İklim Krizi” konusuydu. Yarışmadan elim boş döndüm ama sonucundan mutlu olduğum bir proje oldu. Başka bir festivale ve yarışmaya da göndermedim. Onda da yine arkadaşım Anouk Wijgergans ve kızı Nova yer aldı. Onun adını filme vermek istedim çünkü bu film aslında gelecekle alakalı. Yani bizim geleceğimiz. Nova da küçük bir çocuk ve aslında bu onun geleceği. Yani en azından hikayedeki haliyle 🙂 Bu arada filmin çekimleri için bize oda sağlayan Grand Hyatt Istanbul, yine filmdeki oyuncakları gönderen Adore Oyuncak ve tasarımcı Burçak Ertem’e çok teşekkür etmek istiyorum.
Festivaller ve ödüller demişken… Sizin başarı kriteriniz nedir? Çok izlenen, çok satan, ödüllü bir işe imza atmak mı? Tanınan bir yönetmen olmak mı? Yoksa kendi perspektifinizi koruyabildiğiniz üretimler ortaya koymak mı?
Başarı bence yaptığın, belki bundan geçimini sağladığın ve kişisel tatmin ve mutluluk yaşadığın aynı zamanda da yabancılaşmadığın her şey. Herhangi bir işte kendimi ortaya koyamıyorsam, fikirlerim önemsenmiyorsa ve sadece isteneni yapıp para kazanıyorsam o işe yabancılaşmışım demektir. Sadece o sistemdeki biriyim ve birilerinin rüzgarında sürüklenmiş oluyorum. Bu yüzden fırsatları, ismi, parası ne oldursa olsun bunu hissettiğim anda o işten uzaklaşıyorum.
2021 yapımı kısa filminiz “CODE RED” bu bağlamda Covid-19 temasından hareketle toplumsal bir olguya dikkat çekiyor: “Adaletsizlik”. Filminizin hikayesini paylaşır mısınız?
“CODE RED” filmimin çıkış noktası tabii ki Covid-19’un bize tekrar adaletsizliği hatırlatması. Filmi metrobüste yazdım. İnsanların maskeyle girip çıktığı ama bir yandan hangimizin pozitif olduğunu bilmediğimiz bir ortamda. Aşı olmayanlar kısıtlansaydı ve binemeselerdi diye düşündüm. Böylece tamamen sağlıklı bir ortam oluşur muydu? Peki, bunun sonu nereye kadar giderdi? Sosyal statüler, ekonomik durumlar, devletler arası kıyaslamalara kadar… Aşıya ulaşamayan veya belki de reddeden birçok insanın yaşadığı günümüzde Nazi Almanyasını hatırlatan görüntüler yaşanabilirdi. Belki de bu böyle olacak ama tek fark dijital kol bandımız olacak ki bu konu şu sıralarda konuşulanlardan…
Filmin mümkün olduğunca kısa olmasını istedim ve günümüz sosyal medyasına da uygun olması için 1 dakika olarak kurguladım. Oyunculardan Cem Karakuş, şu an çalıştığım sosyal medya ajansı X-İletişim kurucularından. Yusuf Baykal Bozkurt ise arkadaşım vasıtasıyla ulaştığım eski haber spikeri. İkisi de çok güzel iş çıkardı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Covid-19 dönemi hızlı tüketim çağında zaten kaybolmuş insanı derinden sarsarken üretmenin önemini hatırlattı diye düşünüyorum. Bu süreçte üreten bir sanatçı olarak sizin görüşünüz nedir? Okuyucularımıza tavsiyeleriniz nelerdir?
İlk karantina uygulamasına başladığımız Mart 2020’de özel bir okulda öğretmendim. Bir yandan da freelance olarak video fotoğraf işlerim oluyordu. Ancak eve kapanmak daha doğrusu kapanmak zorunda olmak, kendimle kalmak açıkçası artık ne yapmak istediğimi daha net keşfetmemi sağladı ve okul sezonu bittiğinde işimden istifa ettim. İlk kısa filmimi yaptım ve daha çok ne istediğime odaklandım. Benim için yeni bir hayat başladı ve şimdi o yönde kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bazen kendinize dışardan bakabilmeniz gerekiyor. Yaptığım şeyi gerçekten istiyor muyum, bu işe yabancılaştım mı yoksa sadece bu hayata mı alıştım? Bence insanın kendisine şu sorunun cevabını vermesi gerekiyor. “Para almadan da bu işi yapar mıydım?” Bunun cevabı “evet” ise; onu yapmadan duramıyor, rahatsızlık hissediyor, uykuları kaçıyor demektir. Ben böyle bir insanım.
Sizin eklemek istedikleriniz? Hayalleriniz, gelecekteki projeleriniz hakkında söylemek istedikleriniz var mı?
Beni en çok motive eden şey yaptığım işlerin birilerine dokunması. Onlarda da bir yolculuğa vesile olması. Müzisyen olarak, öğretmen olarak böyleydi şimdi de yönetmen olarak böyle olması beni mutlu eder.
Şu an proje aşamasında olan ve yazmaya devam ettiğim 2 belgesel ve 2 mini dizi var. Umarım onları da yakında size izletebilirim. İlginiz ve sorularınız için çok teşekkür ederim. Tekrar görüşmek üzere.
Merakla bekliyoruz. Çok teşekkür ederiz. Nice güzel projelere diyerek okuyucularımızı filminizle baş başa bırakıyoruz.
Söyleşiyi ilgiyle okudum.