Yoksulluk, yoksunluk, çaresizlik, arayış ve sonunda umutsuzluğa dönüşen umut… Cabbar ve ailesinin öyküsü hiç yabancı değil. Yaşadıkları dram geçmişten şimdiye farklı tonlarda ve biçimlerde yaşanageldi ve yaşanmakta. Cabbar’ın arkadaşı Hasan, bu öykünün ne denli gerçek olduğunu şu sözlerle zihnimize kazır:
“İyi at, iyi araba; para işi gardaş. Paran olunca her bi iş iyi olur. Paran olunca kebap yen, paran olunca tatlı yen, şarap içen; iyi yataklar da yatarsın. Parası olunca adam guvvetli olur. Parası olunca adamın evi, avradı olur; evinde tenceresi gaynar, çocukları olur. Paran olmadı mı iyi deel, dünyada senden kötüsü senden pisi yoktur, her yerden govarlar seni. Fakirin yüzü soğuktur. Niye soğuktur Cabbar gardaş? Parası yoktur da ondan. Mesela gış gününde, en soğuk vaktinde, cebinde paran olsa üşümezsin, hamamdaymış gibi terlersin. Amma velakin paran olmadı mı yaz gününde üşürsün. Neden? Çünkü para adamı sıcak tutar sıcak… Bi hoca buldum Cabbar gardaş. Bi hoca ki sorma. Adamı görsen evliya bellen. Adam bi okusa üflese defineyi elimizle goymuş gibi bulacağız.”

Aslında bu öykü arabacı Cabbar’ın değildir sadece. Milyonların öyküsüdür hatta milyarların. Hasan’ın bu sözleri; Cabbar ve ailesinin, Hasan’ın ve onlar gibilerin hayatta kalmak ve en zaruri ihtiyaçları karşılamak dışında yaşamdan başka beklentileri olmadığını gösterir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Modeli’ndeki beş temel ihtiyaca denk düşer, define hayaliyle yanıp tutuşan Hasan’ın sözleri: beslenme, nefes alma, uyuma, örtünme ve korunaklı bir yere sığınma.
Cabbar çalışır, didinir. Neye yarar bu? Yoksulluğun tarifi gibi çocuklar, bir deri bir kemik kalmış atlar; öğretmenleri karşısında utanan, ağlayan, sınavını geçemeyen Cemile, her günü aynı sıkıntılarla geçen karısı, yaşlı anası, yolunda gitmeyen hayat ve cüzdanında taşıdığı piyango biletleri… Okuması yazması olmadığı halde arkadaşına güvenmeyip, ikinci bir gazete alıp numaraları karşılaştırmaya çalışan Cabbar, ne yapsın? Hani üç beş bin lira çıksa borçlarından kurtulacak. “Şimdi bu bilete bir şey yok mu?”, “Yok, baba.”, “Amorti de yok mu?”, “Amorti de yok, baba.”

Gazeteye güvenmez. Belki gazetedeki sonuçlar yanlıştır, bir de listeye bakmak gerek. Biletlerine amorti dahi çıkmaz. Arabası eskidir, atları ayakta zor durur, kazandığı masrafı çıkarmaz. Ne yapsın Cabbar? Ağalardan kurtulmak, yeni bir hayat kurmak, belki daha iyi yaşayabilmek için köyden çıkıp gelmiş ama şimdi ağaların kapısını çalıyor tek tek. Çünkü atına otomobil çarpmıştır, ölmüştür zavallı kır at. Komiser, yazıcı polis ve ata çarpan adam otururlar; Cabbar ayaktadır bir de arkasında bekleyen polis. Onlara ayran gelir, Cabbar’a yoktur. Bir yandan Cabbar’ın ifadesi okunur, Cabbar itiraz eder ama ne fayda, komiser köpürür. Arabacı milletidir tüm kazalara neden, tüm pis işlerin nedeni onlardır. Belediye kaldırmamıştır da… Cabbar şaşar kalır. Fakirliğin hükmü yoktur haklı olsa da. Canlarından biri gitmiştir ama otomobilin boyası daha kıymetlidir candan. Kusurlu Cabbar’dır elbet, yoksuldur, cahildir çünkü. Karakoldan kovulur, çaresizdir. Zavallı kır atı, başka bir at arabası ile taşıyıp boş araziye atıverirler. Olduğu yere çöker. Sonra yürür ama nereye?

Alacaklılar üşüşür, durmazlar bir gün dahi. Halbuki evde satılacak ne varsa satmaktadır Cabbar belki bir at alır da kimseye muhtaç kalmaz. Satarlar atını, arabasını. Ne yapsın Cabbar? Düşmüş yoksulluğun pençesine ama umut tükenmez.
Kumda çalışır bir zaman ama daha farklı işler aramaz. İlla arabacılık yapacak. Neden? Hatta defineyi bulsa ya da piyangodan para çıksa yeni bir araba ve yeni atlar alacak. Başka hayali yok Cabbar’ın düşünecek hali de. Bu kadar mı küçülmüştür dünyası ya da bu kadar küçüktü belki? Belki küçültülmüştür yoksullukla, yoksunlukla… Hayal kuracak ne zamanı ne hali vardır. Parası olsa belki o da aşacak denizleri, o da binecek özel uçağına, villada ya da yalıda oturacak, hizmetçileri, paradan yatağı olacak, atları geçinmek için değil keyif için alacak… Hayır, büyük ihtimalle Cabbar bunları yapmayacak, bunlara sahip olmayacak, bunları hayal etmeyecek. Onun dünyasında bunlara yer yok şu an için. Gelecekte de olmayabilir. O kendi gerçekliğinde, kendi maddi koşulları içinde yetişmiş bir ağaçtır. Başka toprakları, iklimleri bilmez. O nedenle böyle şeyleri Cabbar’a vermeye çalışmak gereksiz. En iyisi, Cabbar’a bırakmak her şeyi… Bakalım neler yapacak atsız, arabasız; bir yanıyla umutsuzluğa, çaresizliğe düşmüş Cabbar? Neden karısı çalışmaz? Ailecek kenetlenip işin üstesinden gelmezler?
Cabbar şarabına ortak eder Hasan’ı. Satmadığı silahıyla zenginleri soymak isterler. Aslında başlarda ne Hasan ne Cabbar hırsızlığı doğru bulur. Ne çare denerler fakat dayak yerler iri siyah adamdan. Sanırım adam Amerikalı bir askerdir. Bu sahne, yoksulluğun çaresizliğe dönüştüğünde insanları suça ittiğini gösteren bir sahnedir. Cabbar soygun işini daha evvel düşünmez, umutları azaldıkça rıza gösterir bu işe. İronik olan Cabbar’ın kendisi de yankesici tarafından soyulmak istenir. Adamı bileğinden yakalar ve döver… Sonra aynı şeyi Hasan’la yapmaya çalışırlar ve dayak yerler. Sondan bir önceki umut böylece tükenir. Geriye son bir umut kalmıştır.

Hasan kendini define hayaline kaptırmıştır, Cinci Hüseyin Hoca’yı bulmuştur. Cabbar’ı sonunda ikna eder. Ve üçü Ceyhan Irmağı kenarında, kuru bir ağacın altında yatan defineyi yani umutlarını bulmak amacıyla iki eşekle yola düşerler. Define kuru ağacın altında gömülüdür. Kurumuş ağaç, canlılıktan yoksun. Bir daha yaprak çıkarmayacak, çiçek açmayacak. Geleceğe dair hiçbir umut vermez ama bu üç adamın umutları onun altındadır. Ne hazin? Aslında yola çıkarken definenin umutsuzluğa dönüşeceği ağacın kuru olmasıyla belirlenmiştir. Define yılan olup sürünebilir, kuş olup uçabilir, cin milleti defineyi türlü biçimlere sokabilir. Ancak ne çare define bir türlü çıkmaz ortaya… Umut yavaş yavaş umutsuzluğa Cabbar’ın son zamanlarda dile getirdiği şu sözlerle dönüşür: “Gelirken kırk, kırk, kırk lira bırakmıştım eve. Çocuklar açtır şimdi. Bir ay geçti yolumu gözlerler…”
Cabbar, seçenekler içinde en işine yaramayacakları seçerek yaşamını daha kötü hale getirmiştir. Aslında günümüzde de sürekli zenginleşen çok az insana karşı, milyarları bulan yoksullar var. Bu süreç hızla devam ediyor. Günümüz insanı Cabbar gibi; kimi şans oyunlarıyla, riskli yatırımlarla, kumarla vs. zenginleşmek istiyor. Hiç olmazsa Cabbar daha gerçekçi sayılabilir, yaşayamayacağı hayaller kurmuyor. Sanırım günümüz insanı yaşayamayacağı şeyler uğruna kuru bir ağacın altında define arıyor. Bu defineyi ararken tıpkı Cabbar gibi kendini kaybediyor.

Umut filmi, Türkiye sinemasının kilometre taşlarından biridir. İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin etkisiyle çekilmiştir. Sınıfsal sorunları, toplumun geleneksel yapısını, insanların yaşam içindeki tercihlerini, çıkışsızlıklarını… kendine has bir sinema diliyle anlatmayı başarmıştır. Filmin çok güzel sahneleri vardır ancak bir tanesi diğerlerinden ayrılır. Bu sahnede sinema sanatı, geleneksel halk oyunlarımızdan Karagöz ve Hacivat’la buluşur. Hasan ve Cabbar bir damdadır. Güneş ya batmakta ya doğmaktadır. Sanki gölge oyunundaki perdenin önündedirler. Hasan Hacivat’ı, Cabbar Karagözü anımsatır duruşuyla. Kısa bir sahnedir ancak çok güzeldir.
Yasaklarla karşılaşmıştır Umut ama buna rağmen yasakları aşmayı başarmış, ödüllere layık görülmüştür. Hem konusunun gerçek bir öyküye dayanması hem çekim aşaması hem yasaklarla mücadele, filmi çok daha anlamlı kılıyor. Sanatsal açıdan Türkiye sinemasının ender örneklerinden biridir. Yazıyı Şilili matematikçi, şair Nicanor Parra’nın sözü ile bitirmek istiyorum: “Paranla şeref kazanma, şerefinle para kazan ki paran bittiğinde şerefin de bitmesin.”
Yazan: Serhat Sarıçoban
İlk yorum yapan siz olun