İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özgür Yener’in “Prometheus’un Mirası” Sergisi Açıldı

Özgür Yener’in “Prometheus’un Mirası” adlı solo sergisi 17 Ekim’de Gajo Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluştu. Mitolojik göndermelerle çağdaş toplumsal yapıları yeniden düşünmeye davet eden sanatçı Özgür Yener, yeni sergisi “Prometheus’un Mirası” ile izleyiciyi derin ve sorgulayıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

Yener, eserlerinde cinsiyet, hiyerarşi, sınıf ve mülkiyet gibi evrensel kavramları ele alırken, geometrik biçimler ve saf renkler aracılığıyla insanın sistem içindeki konumunu yeniden tanımlıyor. Sanatçının soyut düzenlemeleri, izleyiciye hem bireysel hem toplumsal düzeyde bir farkındalık alanı açıyor.

“Prometheus’un Mirası”, mitolojik bir figürün insanlığa ışık getirme eylemini günümüzün karmaşık toplumsal yapılarıyla ilişkilendiriyor. Yener’in bu yeni sergisi, izleyiciyi sanatın düşünsel gücüyle yüzleşmeye ve çağdaş dünyanın sorgulanmasına davet ediyor. 3 Kasım’a kadar izlenebilecek olan sergi kapsamında sanatçı Özgür Yener ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

1: “Prometheus’un Mirası” fikri nasıl doğdu?

Mitolojiyle her zaman ilgilendim ama Prometheus’un hikâyesi beni özellikle etkiledi. Çünkü burada sadece bir isyan değil, bir farkındalık ve bedel var. Ateşi çalmak, bilgiyi aramak, ama bunun sonucunda cezalandırılmak… Bu bana bireyin toplum içindeki durumunu hatırlattı. Ne kadar özgürleşmeye çalışsak da, sistemin zincirleri hep bir şekilde üzerimizde. Bu düşünce serginin çıkış noktası oldu.

2: Sergide mitoloji ile çağdaş toplum arasında nasıl bir bağ kuruyorsun?

Mitolojiler aslında insanın kendini anlamlandırma biçimleridir. Bugün teknolojiyle, ekonomiyle, kimlik tartışmalarıyla dolu çağımızda da aynı soruları sormaya devam ediyoruz. Prometheus’un tanrılara karşı çıkışı bana, günümüz insanının sisteme karşı bilinçli ama yalnız direnişini çağrıştırıyor. O yüzden mitoloji benim için geçmiş değil, bugünü anlamanın başka bir yolu.

3: Eserlerinde neden geometrik biçimler ve saf renkler tercih ettin?

Çünkü insanın temsili artık net değil. Gerçekçi figürler bana bu çağın karmaşasını anlatmakta yetersiz geliyor. Geometrik biçimler daha soğuk, daha soyut ama aynı zamanda çok dürüstler. Saf renkleri ise duygusal yoğunluğu doğrudan yansıtmak için kullanıyorum — karışmadan, gizlenmeden. Bu sayede figürler birer kimlikten çok, birer durum hâline geliyor.

4: Sergide cinsiyet, hiyerarşi, sınıf ve mülkiyet temalarına değiniyorsun. Bu kavramlar senin için ne ifade ediyor?

Bunlar aslında hepimizin hayatına dokunan ama çoğu zaman görmezden geldiğimiz yapılar. Toplumu şekillendiren görünmez sistemler. Ben bu temaları doğrudan anlatmak istemedim; onların birey üzerindeki etkisini hissettirmek istedim. Figürlerin biçimsel parçalanması, renklerin keskin sınırlarla ayrılması hep bu yapısal eşitsizliğin bir yansıması.

5: Prometheus’un ateşi senin için neyi temsil ediyor?

Benim için ateş, farkındalığın sembolü. Ama farkındalık her zaman huzur getirmiyor. Bazen bilmek, yanmak demek. Ateşi taşımak, o bilincin ağırlığını taşımak. Belki de bu yüzden Prometheus hikâyesi bitmeyen bir döngü — her çağda yeniden yaşanıyor.

6: İzleyiciden nasıl bir deneyim bekliyorsun?

İzleyicinin bir anlam arayışına girmesini istemiyorum. Daha çok, bir durma, bakma ve hissetme hâli yaşamasını istiyorum. Çünkü işlerim soyut, ama hissi olarak doğrudan. Belki bir sessizlik, belki bir gerilim hissi… O his, aslında serginin özü.

Röportaj: Songül Bozacı

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir