Bir film başladığı andan itibaren baş karakterinin izleyicinin içinde kök salması hedeflenir, bu hedef doğrultusunda kahraman yaratılır ve bir yolculuğa çıkarılır. Kimi zaman baş karakter ile izleyicinin özdeşleşmesi, kimi zamansa yabancılaşma ile üçüncü bir göz olarak karakterlerin yolculuğuna dahil olunması istenir. Her iki ihtimalde de yolculuğunu merak ve dikkatle izlememizi sağlayacak güçlü karakterlere ihtiyaç vardır. Bu sebeple; bir film karakterini senaristin yazdığından, yönetmenin istediğinden öteye götüren, ete kemiğe büründürerek hayatın içerisinde somut varlığını kazandıran oyuncuya çok büyük bir iş düşmektedir. Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet’nin en iyi filmi olduğu kabul edilen, başrol oyuncusu Audrey Tautou’yu dünya sinemasına tanıtan film: Amélie, sinema tarihinde kült filmler listesinde yer almaktadır. Filmin ötesine geçerek karakter olarak var olan, dış görünüşü, cümleleri, bakışları ve donuk ifadeleriyle “Amélie” karakterinin yaratımında Audrey Tautou’nun işlevini incelemek doğru olacaktır.
Audrey Tautou, 1976 yılında küçük bir kasaba olan Beaumont’ta dünyaya geldi. Babası bir diş doktoru, annesi öğretmendi. Audrey, dört kardeşten en büyüğüydü. Annesinin sanata olan ilgisi ve onu haftada en az üç kez sinemaya götürmesi onun oyunculuğa olan ilgisini arttırmıştı. On dört yaşında tiyatro ile bağlantı kurmaya başladı ve ufak rollerde yer aldı. Paris Üniversitesi’nde Edebiyat eğitimi almaya başlasa da biriktirdiği paralarla Florent Tiyatro Okulu’na girerek oyunculuk eğitimi aldı. Bu süreçte çeşitli reklam filmleri, tiyatrolar ve bazı sinema filmlerinde yer aldı. 1998 yılı Audrey için bir dönüm noktası oldu ve 9. Beziers Festivali’nde en iyi kadın oyuncu seçildi. Bu ödül sonrası Toie Marshall gibi yönetmenlerle çalıştı ve romantik komedilerde âşık, sorunlu bir ailesi olan genç kız gibi farklı rollerde yer aldı. Ama asıl olarak 2001 yılında Amelie karakterini canlandırdığı aynı isimli filmle dünya çapında tanındı. Oyuncu 2006 yılında Da Vinci Şifresi filmi ile ilk kez Hollywood’da çalışma olanağı yakaladı. 2009 yapımı Coco Chanel’den Önce adlı filmde dünyanın en ünlü moda tasarımcılarından olan Gabrielle Coco Chanel’in hayatının anlatıldığı filmde Audrey Tautou, Coco Chanel’i canlandırdı. Bahsi geçen filmler ve roller dışında da birçok farklı yapımda yer aldı. Birbirinden çok farklı karakterleri canlandıran oyuncunun Antalya Film Festivali’nde vermiş olduğu röportajda “Amélie benimle birlikte yaşıyor.” cümlesinden yola çıkarak karakter yaratmadaki beceresini Amélie filminde irdeleyeceğiz. Audrey Tautou, Amélie Poulain karakterini 23 yaşındayken canlandırmıştır. Bir röportajında oyuncuların karakter yaratma yolculuğunu “Size ait olmayan bir fikre sahip olursunuz, tabi ki kendi duyarlılığınızı, yeteneğinizi, vizyonunuzu, zekanızı eklersiniz, fakat sizin kaynağınız değil, yaratıcının kaynağıdır. Bu yüzden oyuncu aslında bir yaratıcı değil, bir tercüman.” sözleri ile ifade etmiştir.
Amélie Poulain karakterinin hikayesine gelecek olursak: Doktor olan babası tarafından kalp rahatsızlığı olduğu düşünüldüğü için diğer çocuklardan izole büyütülmüş bir çocuktur. Aslında babasının teşhisi yanlıştır çünkü Amélie babası onu muayene ederken heyecanlandığı için kalbi hızlı atmaktadır. Amélie’nin annesi ise en az babası kadar nevrotik bir kadındır. Bir intihar girişimi sırasında intihar eden kişinin üzerine düşmesi ile hayata gözlerini yumar. Babası, annesi için bir anıt mezar yapmaya hayatını adar. Görüldüğü gibi Audrey Tautou’nun canlandıracağı Amélie karakterinin oldukça trajik bir çocukluğu bulunmaktadır. Bütün bu trajik geçmiş filmin başında gözlemci bir anlatıcı tarafından yani üçüncü ağız tarafından anlatılmaktadır. Bu anlatım Amélie karakterinin yaratımı için oldukça mühim bir yer taşımaktadır. Amélie bütün bu trajedinin içerisinde yalnız kalmış ve hayal dünyasında yaşayan bir çocuk olarak yirmili yaşlara gelmiştir.
Audrey Tautou’nun izleyici ile ilk buluştuğu sahnede kameraya ruhsuz bir şekilde bakar ve anlatıcı kırk sekiz saat içinde hayatının değişeceğini söyler. Daha sonra anlatıcı Amélie’nin bugünü hakkında bilgi vererek seyirci ile Amélie’yi tanıştırır. Onu izleyen sahnede Amélie karakteri izleyici ile arasındaki özdeşleşmeyi kırar. Direkt olarak kameraya bakarak konuşur ve izleyici ile iletişime geçer. Amélie karakteri film dünyasındaki yalnızlığını izleyici ile paylaşır. Audrey Tautou açısından bakacak olursak: Bir oyuncunun “İzlediğiniz bir film ve biz size bir hikaye anlatıyoruz” demesi ve hemen arkasından oyununa devam etmesi büyük bir risktir. Bildiği üzere izleyici kendini karakterle özdeşleştirdiği kadar hikayenin içerisine girmektedir. Fakat bahsettiğim bu durum izleyiciyi karaktere yabancılaştırmaktadır. Buna rağmen Audrey Tautou, hemen arkasından oyununa devam etmekte ve herhangi bir şekilde izleyici sekteye uğramamaktadır.
Amélie Poulain, yirmi iki yaşındadır, salt bir yaşam sürmekte ve birkaç cinsel deneyimde bulunmasına rağmen hiçbir duygu hissetmemektedir. Audrey Tautou’nun Fransız kadını olması belki de bu duygusuzluğu doruklarda yansıtmasına yardımcı olmuştur. Amélie hayatını değiştirecek o an gelene kadar yaşantısında oldukça duygusuz, kendi hayal dünyası dışında dünyevi olay ya da olgulara tepkisiz bir karakterdir. 30 Ağustos 1997 tarihi gelip çatar ve hayatını değiştirecek o olay gerçekleşir. Şans eseri banyosunun mermerinin arkasında bir çocuğun hatıra kutusunu bulur. Sonraki sahnede anlatıcının cümlesi hem Amélie Poulain karakteri için çok önemli hem de Audrey Tautou için çünkü Amélie, karakteristik bir değişim sürecine girmektedir. “Duygulanırsa, başkalarının hayatlarına burnunu sokmaya devam edecek. Duygulanmazsa, çok kötü” işte bu cümleyle birlikte Amélie karakterinin davranışları yavaş yavaş robotik, duygusuz ve mimiksiz halleri dağılmaya başlar. Bu süreci Audrey Tautou’nun oyunculuğu dışında bir şekilde vermek mümkün olmayacağından kademeli olarak değişen ifadeleriyle Amélie karakterinin değişimini gerçekleştirir. Bulduğu kutuyu sahibine iletir, kendini bir masalın içerisinde hisseder. Dünya çok güzel bir yerdir ve o kelebekler gibi rengarenk bir iyilik meleğidir. Kendini ele vermeyen tavırları, çekingen ama bir o kadarda cesaretli halleriyle Amélie, dünya çapında bir sempati kazanır.
Filmin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet bir röportajında; “Tautou’nun iri büyük ve güzel gözleriyle hem cin gibi bakışları hem de her an kırılacakmış gibi duran naif edası inanı hemen etkisi altına alır.” şeklinde konuşmuştur. Gerçekten de bunu Amélie aşık olduğu adamdan utandığı sahnede yaşar. Amélie bir an da durduğu yerde utançtan erir, kaybolur.
Amélie; küt saçları, kısa çorapları, kendinden büyük ayakkabıları, uçuşan kırmızı tonlardaki etekleriyle Audrey Tautou’dan başkası olamazdı düşüncesi gelir akla. Filmin yönetmeni; Audrey Tautou’nun, Amélie Poulain olma hikayesini: “Bir gün bir posterin önünden geçerken, bir çift göz yakaladı beni. Bir masumiyet ışıltısı, sıradışı bir ifade vardı bu gözlerde. Bu Venus Beaute (1999) posterinde bana bakan gözlerin sahibi, Audrey Tautou’ydu. Kendisiyle bir toplantı ayarladım. Bir deneme yaptık ve on saniye sonra onun doğru kişi olduğunu anlamıştım.” sözleriyle anlatır.
Birçok sinema eleştirmeni, Amélie filminin, Audrey Tautou’nun üzerine yapıştığını ve asla bu etkiden kurtulamayacağını söylese de kendisi bu durumdan memnun olduğu kadar diğer yarattığı karakterlere haksızlık olduğunu da söyler. Tautou, Amélie karakterinin metalaşmasından rahatsızlığını dile getirecek kadar bilinçli bir oyuncudur.
İlk yorum yapan siz olun